Aile: Kökler ve Kanatlar
Aile sistemleri üzerine verdiğim bu röportaj İnsan ve Hayat Dergisi'nin 176. sayısında yayımlanmıştır.
Tarihe bakacak olursak insanlar hep bir araya gelmeye yatkın varlıklar olagelmiş. Yalnız kalmak, hem fiziksel hem psikolojik açıdan katlanılması zor bir şeydir. O sebeple tarihsel süreç içerisinde aile denen şey hep var olmuş. Kısa bir tanım yapmak gerekirse aile, insanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kuran ve koruyan en küçük gruptur. Bebek dünyaya geldiğinde bakıma muhtaç bir varlıktır ve aile olmadan yaşama tutunamaz. Bakım verenler olarak anne baba onu dünya ile tanıştırır. Bu tanıştırma işi iyi de kötü de seyredebilir. O yüzden aile korunaklı bir yuvadır ama bazen de ruhsal hastalıkların köken aldığı bir yerdir de. Mesele, bakım verenlerin nasıl kişiler olduğuna göre şekillenir. Aile sizi dünya ile tanıştıran bir acentedir. Nasıl tanıtırsa öyle tanırsınız. Dünyayı büyüdükçe kendi kendimize de tanımaya, tanımlamaya başlarız elbette ama o ilk tanıma çok önemlidir, kökendir.
Aile olmak için iki kişinin bir araya gelmesi, eş olması yeterlidir. Çocuk, aile olmanın olmazsa olmaz koşulu değildir. Çocuksuz aileler de ailedir.
Kayınvalide ve kayınbaba elbette ailedendir. Hem içsel hem de dışsal olarak. Bunu biraz açmak isterim. Bir evlilik en az altı kişiyle yapılır. Evlenen kadın ve erkek ve onların içlerinde taşıdıkları anne ve babaları. İki kişi bir araya gelip ilişki kurduklarında içlerinde taşıdıkları anne babaları daha en baştan beri zaten oradadır. Evet, anne babamızı ömür boyu içimizde taşırız; onlardan nefret etsek bile onları içimizde öldüremeyiz. Onlar bizim zihnimizdeki kadın ve erkek temsillerimizdir. Yani biz bir şekilde eşimizle yaşarken aslında onun zihninde taşıdığı anne babasıyla da yaşıyoruz. Dışsal olarak da kayınvalide ve kayınbaba ailedendir. Kültürel yapıya göre değişkenlik gösterse de evlendiğiniz kişinin anne babası sizin için de önem arz eden kişilerdir çünkü eşiniz onları önemsiyordur ve eşinize verdiğiniz değerin bir gereği olarak bu durum kaçınılmaz olarak sizi de ilgilendirecektir ve ilgilendirmelidir. Kayınvalide ve kayınbabanız çocuğunuza bakım veriyorsa üstelik, onlar en az sizin kadar ailedendir artık. Bu duruma ikame ebeveynlik diyoruz. Çocuğunuzun ruhsallığı onlar tarafından işleniyordur ve sizin kadar onlar da artık çocuğunuzun anne babası olmuştur. Ben bunu sağlıklı buluyorum. Çocuğun hiç tanımadığı bir bakıcı tarafından yetiştirilmesi yerine genetik ve ruhsal olarak bağlı olduğu bir anneanne/babaanne/dede tarafından yetiştirilmesi büyük şans. Tabi bu kişiler yeterli ebeveynlik yapma kapasitesine sahipse.
Mesleğin ilk zamanlarında çocuk danışanlar görüyordum. Yaptıkları aile resimlerine evcil hayvanını çizmeyen az sayıda çocuk gördüm. Evcil hayvanımıza isim verir vermez artık o ailenin bir parçası olur. Her bir aile üyesi onunla farklı farklı bağlar ve roller geliştirir. Mesela kedim benimle oynamayı, eşimle uyumayı seviyor. Evcil hayvanının vefatıyla derinden sarsılan, uzun süre yas tutan kişiler biliyorum.
Ailede roller nelerdir? Aile bireyleri arasında görev dağılımı nasıl olmalıdır?
Aile bir sistemdir aslında ve her ailenin kendine özel bir sistemi vardır. O yüzden aynı apartmanda da otursalar, aynı sülaleden de olsalar iki aileyi birbiriyle kıyas etmek hata olacaktır. Ama yine de standart bir sağlıklı aile sisteminden bahsetmek mümkün. Ailede kabaca üç farklı sistem işler: Eş sistemi, ebeveyn sistemi ve kardeş sistemi. En başta sadece eş sistemi mevcutken, ilk çocuğun doğumuyla ebeveyn sistemi, ikinci çocukla beraber de kardeş sistemi yapılanır. Sağlıklı aile sistemi demek, her bir sistemin içerisindeki rollerin uygun şekilde işlemesi demektir. Örneğin bir kişi, eşiyle çatışmalı bir ilişki içerisinde ve en büyük çocuğuna eşiyle yaşadığı tüm sorunları anlatıp duruyor olsun. Burada sağlıklı bir aile sisteminden artık bahsedemeyiz. Çünkü aile sisteminde bir koalisyon yapılanmış. Eşlerden birisi eş sistemi içerisinde çözmesi gereken sorunları ebeveyn sistemine taşımış ve çocuğunu başka bir role sokmuş. Kendi orijinal ailesiyle ayrışamayan ve annesini eşine tercih eden eşler de çok görüyoruz. Burada da eş sistemi başka bir şekilde hastalanmış gördüğünüz üzere. Bazen de ebeveyn sistemindeki sorunlara karşı kardeşler birlik olabiliyor ve anne babaya cephe alabiliyor. Özet olarak her sistem kendi sınırları içerisinde kalmayı bilmeli ve başka bir sistemle koalisyon yapmamalıdır.
Ailede sınır ve kurallar nasıl olmalı?
Bir ülke düşünün. Vatandaşlarını başka ülkelere göndermiyor ve topraklarına başka ülkelerden de kimsenin gelmesine müsaade etmiyor. Bu ülkede yaşamak istemezsiniz büyük ihtimalle. Veya tam tersini düşünün. Öyle bir ülke düşünün ki içeriye kimin girdiği, dışarıya kimin çıktığı belli değil. Bu ülkede de yaşamak istemezsiniz. Aileler de böyledir aslında. Ailenin sınırları çok kapalı olursa sıkılma, daralma; çok açık olursa da kaygı ve dağılma deneyimlenir. Aile sınırları net ama esnek olmalıdır. “Ben çocuğumu kesinlikle şehir dışına okumaya göndermem” diyen bir anne veya baba ile “Nerede okursa okusun, aynı şey” diyen bir başka anne veya baba aslında eşit derecede aynı hatayı yapıyordur. Sınırların esnek olması, sınırların konuşulabilir olması demektir. En küçük yaşlardan itibaren ailedeki sınırların çocukla istişare içerisinde konuşulabilmesi gerekiyor. Sınırlar eleştirilebilir olmalı. Yoksa bir despot liderden farkımız kalmaz. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren aile sınırlarını okumayı öğrenirler. Çocuğunuzu kandıramazsınız. Sizin tutarsızlıklarınızı, arkasında mantık bulunmayan, sırf siz istediğiniz için koyduğunuz sınırları hızlıca fark edecektir. O yüzden sınırlar ve kurallar somut olmalı ve bir mantığa dayanmalı. “Ben annen/baban olarak böyle istiyorum” açıklaması bir mantık içermiyor. Sınırların ve kuralların konuşulabilir, eleştirilebilir hale getirildiği bazı ebeveyn cümlelerine örnek vereyim: “Akşam eve gelme saatin 21:00 olsun istiyorum çünkü o saatte bir şey olsa sana ulaşmam çok daha zor. Ayrıca sokaklar daha güvensiz hale geliyor. Sen ne düşüyorsun?” veya “Koyduğum bu kuralı ve mantığı beğenmiyorsun, peki, o zaman sen anne olsaydın bu konuda nasıl bir kural koyardın? Kuralının mantığını da açıkla bakalım” Bu cümlelerde hem anne babalık rolü kaybedilmiyor hem de açık, eleştirilebilir bir sistem işliyor. Anne babalar elbette öncelikle kendi çocukluk ve gençlikleriyle helalleşmeli. O zamanlarda kendilerine uygulanan sınırları ve kuralları ne tamamen doğru ne de tamamen yanlış olarak düşünmeliler. Kendilerine uygulanan tutumları analiz etmeli ve çocuğunun mizacını esas alarak kendi kurallarını üretmeliler.
Ülkemizde en çok yaşanan aile sorunları nelerdir?
Birkaç tipik sorun var. Bunlardan en sık rastlanılanı “çok çalışan baba, yalnız anne ve ihmal edilen çocuk” olabilir. Bu durumun ekonomik koşullardan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bu babaların çoğu babalık kapasitesi yeterli kişiler ama ekonomik koşulları iyileştirmek için aileyi ihmal etmek zorunda kalıyorlar. Burada maalesef bir sürü sorun ortaya çıkıyor. Bir diğeri orijinal ailesinden ayrışamamış eşler. Ailemizi sevmek demek, sınır koymamak anlamına gelmiyor. Kaba şekliyle ifade edeyim, anne ve babanızla, evlenmiş olmanıza rağmen her gün saatlerce konuşuyorsanız ayrışma sorunu yaşıyor olabilirsiniz. Başka bir tipik soruna özellikle muhafazakar yapıdaki ebeveynlerin çocuklarıyla giyim, alışkanlıklar, arkadaşlıklar, vb. ile alakalı yaşadıkları çatışmalar örnek verilebilir. Eskiden onlarca yıl sürdürülen gelenekler şimdi birkaç yılda değişime uğruyor. Anne babanın taşıdığı ve yaşatmak istediği değerleri çocuklar sürdürmek istemeyince sorunlar baş gösteriyor. Ebeveynler böyle bir durumda hayal kırıklığına uğruyorlar, “hayal ettiğim çocuk bu değildi” diyebiliyorlar. Bu sorunların çoğu zaman hap gibi çözümleri olmuyor elbette. Aile sistemi bir günde hastalanmıyor ve hastalık bir günde de iyileşmiyor. Öncelikle ailenin “biz bir sorun yaşıyoruz” diyebilmesi gerekli. Ailedeki üyeler sürekli kendilerini savunup durursa ve ortadaki herkesin paylaştığı sorunu görmez, tanımlamaz yani dışsallaştırmazsa bu sorunlar nesiller-arası bir şekilde yüzyıllarca sürebilir.
Ailede çıkan sorunlarda hep biri mi suçludur? Diğer bireylerde bu soruna zemin hazırlamış olabilir mi?
Son cümlem tam da bunu vurguluyor. Ailedeki sorunlar çoğu zaman, hatta hemen hemen her zaman paylaşılmış sorunlardır, tek bir kişiye ait değildir. Çünkü unutmayalım ki aile bir grup ve grubun sorunları her bir üyenin çeşitli katkılarıyla meydana gelir. Örneğin bir ailede anne ve çocuk çatışmalı bir ilişkiye sahip olsun. Anne kontrolcü biri olarak ergenlik dönemindeki çocuğunu sert kurallarla kısıtlıyor, çocuk kurallara hiçbir şekilde uymuyor ve baba ise çocuğunun bu durumuyla pek ilgilenmiyor olsun. Sorun, ilk başta sanki annenin kontrolcü oluşuyla alakalı gibi duruyor. Anne daha rahat davransa, çocuğu serbest bıraksa tüm sorunlar ortadan kalkacakmış gibi. Elbette işin aslı böyle değil. Bu sorunu “anne-baba-çocuk” üçlüsü yaratıyor. Annenin kontrolcü yapısı, babanın duyarsız kalıp anneyle kurallar konusunda ittifak kurmaması ve annenin aşırı sorumluluk alarak tükenmiş ve öfkeli hissetmesi ve bu sebeplerle çocuğun kuralları içselleştirememiş olması: Bu detayların hepsi birlikte işliyor ve bu sorunu doğuruyor. Peki, ne yapılması gerekiyor? Annenin aldığı fazla sorumluluğu baba ile paylaşması, babanın buna gönüllü olması ve çocuğun aile kurallarıyla pazarlık yaparak uzlaşması gerekiyor. Tek taraflı oluşmayan sorun tek taraflı çözülemez.
Ailede yapılan iletişim hataları nelerdir? Sağlıklı iletişim nasıl olmalıdır?
İletişimi sorunlu hale getiren en önemli neden açık iletişim kalıplarının kullanılmaması. Manipülatif ilişki kurma biçimleri iletişimi bozulmaya uğratır. Açık iletişim kişinin konumunu (yani nedenleriyle beraber duygu ve düşüncelerini) betimlemesi, ifade etmesidir. Ama kendimizi savunma ihtiyacıyla maalesef bir güç ilişkisine gireriz ve zafer kazanmaya çalışırız. Evde fazla vakit geçirdiği için bunalan, eşinin ilgisizliğinden muzdarip bir kişi düşünelim. Eşi eve geldiğinde bu şikayetini, söylenerek, “Hiç böyle biri değildin, sana bir haller oldu” cümlesiyle ifade etsin. Bu cümleyle kimsenin aydınlanma yaşayacağını düşünmüyorum. Belki şöyle bir cümle iş görebilir: “Evde fazla vakit geçiriyorum, yalnızlık ve sıkıntı hissediyorum. Biz eşiz. Bana bu konuda yardımcı olmanı istiyorum.” Ailede birbirimizin davranışlarını çoğu zaman duygumuza yenilerek genelleriz ve etiketleriz. Davranışı genellenen ve etiketlenen kişinin duygusal farkındalık ve davranış değişikliği yaşaması çok zordur. Sağlıklı iletişim, temel duygu ve düşüncelerimizi, karşıdaki kişiyi hedef almadan, basitçe ifade etmekten ve karşıdaki kişinin de bu aktarımı anlaması ve kabul etmesinden geçiyor.
Aile içinde birliktelikten ziyade bireyselliğin de önemi var mıdır? Bireysellik nasıl olmalıdır?
Aile bir grup olabilir ama sonuçta bir mafya da değildir. İradesi ve özerkliği olan bireylerin bir araya geldiği, farklılıkların tehdit olarak algılanmadığı bir yer olmalıdır. Hepimiz bir aileye doğuyoruz ama o aile için doğmuyoruz. Ebeveynin çocuğundan ayrışamaması bireyselliğin yitimine neden olabiliyor. Bir anne/baba çocuğunu ilk olarak beş yaşındayken zihninde doğuruyor. Evcilik oynarken çocuğunu hayal ediyor. Sonra bu hayal daha da gelişiyor ve detaylanıyor. Çocuk doğduğunda ona bağlanıyor ve sonsuz bir ilişki başlıyor. Ebeveynin ergenlik döneminde çocuktan uzaklaşması değil de ayrışması gerekiyor. Yani odasının kapısını çalması, arkadaş gruplarıyla ilişki başlatmasına izin vermesi, kendi ideolojik fikirlerini geliştirmesine müsaade etmesi, hata yapmasına fırsat tanıması, tercihte bulunmasına engel olmaması. Tüm bu tutumlarda mesafe var. Mesafe bireysellik demektir. Mesafe kopukluk, duyarsızlık demek değildir. Bireysellik ancak uygun bir mesafelenmeyle gelişebilir yoksa çocuk bedensel olarak gelişse bile ruhsal olarak büyüyemeyecektir.
Ebeveynler kendi anne-babalarından nasıl sağlıklı bir şekilde ayrışabilirler?
Bu sorunun basit bir yanıtı maalesef yok. Bağımlı olduğunuz bir ilişkiyi kolay kolay fark edemezsiniz. Ama belki basit bir soruyla kendi kendimizi sorgulayabiliriz: “Ebeveynim hayatımı yaşamama izin ve destek veriyor mu?” Sürekli hizmet bekleyen ebeveynlerin çocukları bu soruya olumlu bir yanıt veremeyecektir. Çünkü onlar maalesef ki anne babalarının ihtiyaçlarını karşılamak için buradadırlar. Elbette ebeveynimize yardım etmek, onları desteklemek güzel bir şey. Bahsettiğim şey tümden bir adanma hali. Bu, bağımlılığın bir belirtisidir. Buraya kimsenin kurtarıcısı olarak gelmedik. Dayanışmak, yardımlaşmak, sevgiyi paylaşmak başka. İşe anne babamızın bize sormadan aldığı kararlardan, emri vakilerden başlayabiliriz. Buraya konan sağlıklı bir sınır, her ne kadar ebeveynimizde hayal kırıklığı ve öfke yaratacaksa da, bunu kendimiz ve hatta kendi ailemiz için yapmalıyız. Sınır herkese, her eve lazım.
Bir aileye sahip olmak neden önemlidir?
Önceden ailelerin insanı koşulsuz seven, kabul eden bir grup olduğuna inanırdım. 13 yıllık bir psikoterapi deneyiminden sonra şimdi öyle düşünmüyorum. Evet, anne babamız bile bizi belli şartlarda kabul ediyor. Ama bu doğal bir şey. Herkesin bir sınırı var. Ancak aile yine de koşulsuz sevgiyi sunabilecek en mümkün grup. Bence aileye bu sebeple ihtiyacımız var. Aile dışındaki ilişkilerin pek çoğu çok daha fazla koşullu. İnsan ailesinde, hele de sağlıklı bir aile sistemi varsa, bir nebze de olsa soluklanabiliyor. Bir de onlar bizim köklerimiz. Bizi biz yapan kişiler. Kökenin kabulü sağlıklı bir şeydir. O sebeple ailemizle bir şekilde bağ kurmayı becermemiz gerek.
Aile sonuç olarak hem kökümüz hem de kanadımız olursa dünyada olma, yaşama serüveni daha katlanılır bir deneyim olacaktır.
Dr. Psikolog Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder