Maudie Filmi Üzerine Bir Diyalog
Gökhan Özcan: Filmin ilk sahnelerinde Maudie'nin abisi ve teyzesinin soğuk ve çorak ruhlu halleriyle karşılaşıyor, daha bu kadarıyla bile dünyanın Maudie için zor bir yer olduğunu çıkarsayabiliyoruz. Abisinin ondan habersiz çocukluk evlerini satması ve Maudie'ye hiçbir pay vermemesi, izleyici olarak bizlerin sinirini bozuyor. Maudie ise işin daha ilişkisel yönünü kabullenemiyor. Çocukluk evi: Yani anıları, geçmişi.
Ali Hasar: Baş kahramanımız Maudie etrafında şekillenen bu öyküde, bizler Maudie ile özdeşleşebiliyoruz çünkü insana dönük mefhumları ve idealleri görüyoruz ve derinden etkileyebiliyor bu bizi. Çevresi, ona göre oldukça yaban ve donuk. Maudie ise çizdiği kuşlar gibi bir dîlazad ve âlemin renklerini harmanlamış kendi patikasında. Birader Charles, tam bir unorthodox, başına buyruk. Yıkıyor ve parçalıyor tüm geçmişi.
Gökhan Özcan: Resim, sigara ve alkol: Huzursuz iç dünyasının dışa yansıdığı nesneler. İhtiyaçlarını karşılamakta ve söylemek istediklerini dışavurmakta çekinmiyor Maudie. Sahici. İçten pazarlıklı değil. Üstelik yürüme ve konuşmadaki zorluğunu bir sorun olarak algılamıyor. Everett ilk tanışmalarında Maudie'yi yargılıyor ve yetersiz görüyor. Yine de o anda aralarında bir ilişkisel çekimin başladığını fark edebiliyoruz.
Ali Hasar: Evet. Maudie'nin yaşadığı anatomik rahatsızlığı, içinde tepişen duygularına ket vurmuyor. Everett ise, Maudie'ye göre daha çetin ve şedit bir yapı olarak çıkıyor karşımıza. Sevgisiz dünya tahayyülünde Maudie gibileri ona bir fantazi gibi geliyor. Öyküsüne şahitlik ettiğimizdeyse, sevgiden yetim bir insan çıkıyor: kırılgan ve narin. Güle oynaya bir yaşamı reddediyor, baskılıyor. Darbeler indiriyor.
Gökhan Özcan: Maudie güçlü bir kişilik. Kendisine taş atan çocukları, onu tehdit eden ve eleştiren teyzesini neredeyse hiç önemsemiyor. Bir kaplumbağa kabuğu giyiyor sanki. Everett görev odaklı biri. Gündelik konuşmaların ardıl detaylarına hiç girmiyor. Kabalaşma pahasına sözünü sakınmıyor. Everett'in patlayıcı kişilik yapısıyla baş edebilecek kadar kararlı ve güçlü bir kadın var karşımızda. Everett'nin yetimhanede büyümüş olduğunu öğrendiğimizde tutumlarını biraz daha gelişimsel bir bağlama oturtabiliyoruz. Everett, Maudie'yi bir insan olarak iç dünyasına kabul etmekte zorlanıyor. Belki bu Maudie ile bile ilgili değil. Başka biri olsa da Everett aynı zorluğu yaşardı. Maudie'ye vurmasıyla birlikte fiziksel şiddete maruz kalmış bir küçük Everett ortaya çıkıveriyor. Küçük Everett, küçücük evinin patronu olduğunu ispatlamak istiyor; başkasına kendinde yer açabileceği uygun bir ilişkisel alanı neredeyse yok gibi.
Ali Hasar: Ida Teyze, Birader Charles, Everett ve Sandra etrafında gözlemlediğimizde baş kahramanımızı, söylediklerinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Maudie'nin aile çevresi eklem bozukluğundan ötürü ondan hoşlanmıyorlar, yüz çeviriyorlar. Bu bozukluk, bütün zulümler ve adaletsizlikler Maudie'ye müstehakmış gibi bir çerçevede sunulması dikkatlerden kaçmıyor. Kusur, hakikaten eklemin bozulmasında mı? Fiziksel kusurlar ve deformasyonlar belki tedaviye yanıt verebilir. Everett, yetimhane geçmişi kaynaklı disipline ve organize bir yaşantı içinde; heyhat hayatı küçük evinin duvarları gibi mat ve soğuk. Bu ev, onun dünyasında ekmek teknesi ve Everett de bu teknenin kaptanı, daha ataerkil ve dominant bir biçimde. Duvarları var. Maudie tüm bu karakterler etrafında, hevesle değil sebatla, kötülükle değil iyilikle, namertlikle değil bonkörlükle yoğruluyor. Everett'e ise, sakince ve usulca yaklaşıyor. Onu bir şekilde terbiye ediyor diyebiliriz. Daha sakin ama daha güçlü bir biçimde, içeriden, onun yaralarını sararak.
Gökhan Özcan: Maudie'nin tavuğu özür dileyerek kestiği sahne oldukça etkileyici. İnsanlara olduğu kadar hayvan ve nesnelere de nazik davrandığı söylenebilir. Everett'in evinde bulduğu boyayla evdeki eşyaları boyaması: Maudie dünyayı boyamayı seviyor. İç dünyasındaki varoluşsal renklilik dışa çıkmak için can atıyor. Zaman geçtikçe duvarlar Maudie'nin çeşitli renklerdeki boyalarıyla çiçek açıyor. Feminenliği baskın bir kadın olan New York'lu Sandra duvara çizdiği tavuk resmini görünce Maudie'nin renkli kişiliğini fark ediyor. Yaptığı resimli kartları seviyor ve Maudie belki de hayatında ilk defa yaptığı bir şeyin sevildiğini hissediyor. Sandra'nın Maudie'ye tablo siparişi verirken kurduğu şu muazzam cümleden çok etkilendiğimi söylemeden geçemeyeceğim: "Bana dünyayı nasıl gördüğünü göster!". Harika bir yüreklendirme.
Ali Hasar: Maudie'nin evreninde her şeye, eşyaya, tabiata ve hayvanlara yönelik bir incelik mevcut, her şey kendi yerinde oluşuyla güzel. Bu, yüce bilgeliğin bir filtresi gibi, zira bilge insanlar yaşamı seyrederek anlamlaştırır. Maudie, Sandra'nın jestinden etkileniyor. Sandra'nın vakur bir tabiatı olduğu aşikar. Maudie'nin onunla frekans yakalayışı, sessiz bir bağla örülüyor. Tablo ve kartlar üzerinden geliştirilen bu diskur, Maudie'yi etkiliyor. Belki Sandra, resim çalışmalarının hiçbirini beğenmedi, bunu ona belli etmek istemedi de bilakis ona kavuşmak istedi; yüreğini, yürek çarpıntılarını işitti Maudie'nin.
Gökhan Özcan: Everett'in evdeki iş bölümüne katılımı Maudie'nin varlığının onu yavaş yavaş geliştirdiğini düşündürüyor. Ancak bu gelişim ilişkisellik yönünde bu denli hızlı ilerlemiyor. Maudie'yi zihninde hizmetçi rolünden eş rolüne geçirmesi pek kolay olmuyor. Everett'in hasarlı dünyası o kadar da sevimli değil; sert duvarlarla çevrili. Mesela şu diyalog:
Maudie: Farklı çoraplardan oluşan bir çiftiz.
Everett: Ben esnemiş, çirkin olanım. Üstümde bir sürü delik var. Gri ve sert.
Bu diyalogta Everett benliğinin hasarlı dokularını açık ediyor.
Ali Hasar: Yaşamın keşmekeşliğini dibine kadar gören Everett için ikinci bir kişi yok. İkinci demek, düzenin bozulması demek. Yabancı, uyumu bozar. Maudie, ilk safhada bir yabancı, onu tanımak istemiyor, ama fizyolojik ihtiyaçları karşılandığında kendi iç piramidinde yukarılara doğru ilerlemeye başlıyor Everett. Bahsettiğin diyaloğun olduğu sekansta Maudie'nin Everett'in ayak uçlarına basarak dans etmesi bunun bir işareti. O artık bir yabancı değil, uyumu bozmuyor.
Gökhan Özcan: Zaman ilerliyor ve Maudie'nin resimleri ilgi çekmeye başlıyor. Bir yandan teyzesi Ida'nın itirafı yenilir yutulur cinsten değil: Ona Charles'ın Maudie'nin bebeğini bir aileye sattığını söylüyor. Maudie bebekte şekil bozukluğu olup olmadığını sorarken sanki bir lanetin taşıyıcısı ve aktarıcısı olup olmadığını teyit etmek istiyor.
Fazlasını umursamıyor Maudie: Bir fırça, bir pencere, bir kuş ve yaban arısı. Hayatının tam da burada, bu kasabada çoktan çerçevelenmiş olduğunu anlatıyor Sandra'ya. Maudie'yi resme güdüleyen şey, bu yaşam çerçevesini kabullenmiş olması sanki: Kanaat etmesi ve çevresini bu kabullenmişlikle birlikte fenomenolojik, yargısız bir bakışla gözlemleyip özgürce dışa vurması. Kabulleniş, acaba dünyayı değiştirmese de daha katlanılır bir yer haline mi getiriyor? Ida teyzenin dediği gibi, Maudie acaba bu sebeple mi ailenin tek mutlu kişisi? Mutluluk denilen şey bir kabulleniş halinden fazlası olmayabilir mi?
Ali Hasar: Maudie'nin duyduğu saadet, dünyayı çerçevesine almasından ortaya çıkıyor. Bir merkez olmak zorunda, bir çerçeve, bir daire, adına ne dersen. Bir merkeze sahip olmak fikri, parçalanmayı önler çünkü. Merkezinden ayrılan şey, merkezine dönme arzusunu hep taşır içinde. İnsanlar için hülyalar ve emeller bir yer kaplar. İdeale ulaşana dek, o hülyanın peşinden yıllarca koşar durur, bir toz bulutunu kendi nefesiyle üflemeye benzer bu. Sürat, manayı yok eder. Ama yaşamın kendisi, teorilerden biraz daha gayri resmi ilerler. İçinde çeşitli kesinlikler yatar insanın. Biteviye aynı şey için acı çeker: halesizdir. Hele bir kendi evinde otursa, içinde ne kadar eşyanın eksik olduğunu görebilecektir.
Gökhan Özcan: Bedeninin direncini yavaş yavaş kaybediyor Maudie: Yaşlılığın yüke dönüştürdüğü uzuvları ve kendisine pek de kibar davranmadığı akciğerleri. Ve yaşlılıktan mıdır bilinmez, Everett'in Maudie'ye ilk kez şefkatle dokunduğunu görüyoruz. Ve ölüm döşeği: Renkler soluyor Maudie'nin yüzünde. Everett'e şu cümleleri kuruyor Maudie: "Sevildim." Everett'in suçluluğunu azaltma niyetiyle kuruyor bu cümleyi belki de. Ya da gerçekten sevildiğini hissettiği için. Bilemiyoruz. Kulübede Maudie'den geri kalanlar: fırçalar, resimler, boyalar ve Everett'in "hizmetçi aranıyor" ilanı. Hiçbir ölünün, arkasında suçluluk hissi bırakmadan göçtüğü görülmemiştir.
Ali Hasar: Başlangıç ve son. İç içe. Maudie ve Everett'in hastanede oldukları sahne, T. Angelopoulos'un O Melissokomos'undaki bir sözü anımsattı: "İlk seferinde hava güneşliydi. Güneş ışığı gözümüzü alıyordu. Meramımız belliydi. Boş yere gölgelik bir yer aradık..."
Ali Hasar: Maudie'nin duyduğu saadet, dünyayı çerçevesine almasından ortaya çıkıyor. Bir merkez olmak zorunda, bir çerçeve, bir daire, adına ne dersen. Bir merkeze sahip olmak fikri, parçalanmayı önler çünkü. Merkezinden ayrılan şey, merkezine dönme arzusunu hep taşır içinde. İnsanlar için hülyalar ve emeller bir yer kaplar. İdeale ulaşana dek, o hülyanın peşinden yıllarca koşar durur, bir toz bulutunu kendi nefesiyle üflemeye benzer bu. Sürat, manayı yok eder. Ama yaşamın kendisi, teorilerden biraz daha gayri resmi ilerler. İçinde çeşitli kesinlikler yatar insanın. Biteviye aynı şey için acı çeker: halesizdir. Hele bir kendi evinde otursa, içinde ne kadar eşyanın eksik olduğunu görebilecektir.
Gökhan Özcan: Bedeninin direncini yavaş yavaş kaybediyor Maudie: Yaşlılığın yüke dönüştürdüğü uzuvları ve kendisine pek de kibar davranmadığı akciğerleri. Ve yaşlılıktan mıdır bilinmez, Everett'in Maudie'ye ilk kez şefkatle dokunduğunu görüyoruz. Ve ölüm döşeği: Renkler soluyor Maudie'nin yüzünde. Everett'e şu cümleleri kuruyor Maudie: "Sevildim." Everett'in suçluluğunu azaltma niyetiyle kuruyor bu cümleyi belki de. Ya da gerçekten sevildiğini hissettiği için. Bilemiyoruz. Kulübede Maudie'den geri kalanlar: fırçalar, resimler, boyalar ve Everett'in "hizmetçi aranıyor" ilanı. Hiçbir ölünün, arkasında suçluluk hissi bırakmadan göçtüğü görülmemiştir.
Ali Hasar: Başlangıç ve son. İç içe. Maudie ve Everett'in hastanede oldukları sahne, T. Angelopoulos'un O Melissokomos'undaki bir sözü anımsattı: "İlk seferinde hava güneşliydi. Güneş ışığı gözümüzü alıyordu. Meramımız belliydi. Boş yere gölgelik bir yer aradık..."
Yorumlar
Yorum Gönder