Moreno: Çocuk Gelişimi ve Spontanite Teorisi
Bu yazı, psikodrama ve sosyometrinin kurucusu J. L. Moreno'nun "Spontaneity theory of child development" (1955) makalesinin bir bölümünün (s. 137-141) çevirisidir. Moreno, "kendiliğindenlik" olarak da dilimize tercüme edilen spontanite olgusunu insan yavrusunun doğumu ve beyin gelişimi üzerinden ele almaktadır.
Spontan Durumlara Isınma Sürecinde İlk Aşama Olarak Doğum Durumu
Doğum durumu.
Spontanitenin doğumdaki rolünü anlamak için organizmanın analizinden yardım alabiliriz. İnsan yavrusunun doğanın tesadüfü sonucunda, hamilelikten dokuz ay sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Oysaki yenidoğan pek çok ayın ardından doğabilir ve diğer omurgalılarda olduğu gibi kendisine bakım vermeye hazır hale gelebilirdi.
Yenidoğan organizmasının yeterince gelişmemiş kısımlarından biri beyindir. Beynin doğumdan ilk birkaç hafta sonraki durumu, bir devrim niteliğindedir. Yenidoğanın ön beyni tamamlanmamıştır. Beyin merkezleri henüz gelişmemiştir. Beyin dolaşımı henüz tam olarak kurulmamıştır. Kılcal damar sistemi yetersizdir. Konuşma merkezleri ve yürüyüşe yönelik kas koordinasyonu gelişmemiştir. Hatta emme, yutma, ağlama, nefes alma ve dışkılama bile doğumdan hemen sonra henüz tam olarak gelişmemiştir. Bu faktörler, rahim dışı yaşamın ilk birkaç ayında yüksek ölüm oranından kısmen sorumludur. Doğumdaki durumuna bakıldığında bir bebeğin canlı olarak doğması neredeyse bir mucizedir. Bebek kapalı bir bölmeden açık, sınırsız bir alana, sonsuz karanlıktan aydınlık ve çok renkli bir ortama, bir görme ve ses alanına, sınırlı pozisyonlardan hareket ve yönün vazgeçilmez olduğu bir ortama sürüklenir. Annenin plasentasıyla beslenen parazitik bir varoluştan, besin alımında ve dışkılamasında kendi etkinliğinin vazgeçilmez olduğu bir varoluşa doğru ilerler. Yenidoğan sürekli uyku durumundan kademeli uyanma ve etrafındaki dünya hakkında farkındalık haline, kendisine uygun bir denge sağlanan bir durumdan, hayatta kalabilmek için fethedilmesi gereken ve yavaş yavaş kendi dengesini geliştirmek zorunda olduğu bir dünyaya adım atar. Bu dünyaya o kadar ani bir şekilde girer ki başarılı bir uyum, yaşamın en büyük bilmecelerinden biri haline gelir. Pratikte, birkaç dakika içerisinde bir dünyadan başka bir dünyaya geçer.
Bebek doğumla birlikte tümüyle birtakım garip ilişkilerin içerisine girer. Üstelik davranışlarını şekillendirebileceği bir modele de sahip değildir. Sonraki hayatı boyunca sürekli yepyeni durumlarla karşı karşıya kalır. Bireyin bu yeni duruma yanıtını ve eski bir duruma verdiği yeni yanıtı spontanite olarak isimlendirmekteyiz. Bebek yaşayacaksa, bu yanıt olumlu, sağlam olmalı ve aynı zamanda her an hazırda bekletilmelidir. Yanıtın miktarı az ya da çok düzeyde olabilir. s (spontanite) faktörünün belirli bir miktarı en azından önemli anlarda mevcut olmalıdır. Bebeğin yaşamının ilk gününde dahî asgarî bir spontanite gereklidir.
Embriyo organizmasının fiziksel gelişimi ve hamileliğin son ayında dışarı çıkmaya anatomik olarak hazır olması, bebeğin canlı olarak doğabilmesini ve daha sonra dilediğince yaşayabilmesini garantilemez. Doğanın yeni gelenlere nezaketle sunduğu bir faktör olmalı ki böylece bebek en azından geçici olarak meçhul bir evrene güvenli bir şekilde inebilsin ve kendisini demirleyebilsin. Bu faktör yenidoğanın körpe vücudunda korunan verili enerjiden daha fazla ve farklıdır. Bu, kendisinin ötesine ulaşmasını, organizmayı taşıyormuş gibi yeni durumlara girmesini, tüm organlarını yeni sorumlulukları üstlenebilmeleri için yapılarını değiştirmesini teşvik eden bir faktördür. Bu faktöre, spontanite (s faktörü) terimini tahsis ediyoruz.
s faktörünün gelişiminden sorumlu olan özel gen türlerinin bulunup bulunmadığı veya s'nin genlerden bağımsız olarak çalışan bir faktör olup olmadığı bu çalışmanın ikincil amacıdır. Biz, bunun yerine, s’nin ne tam anlamıyla kalıtsal ne de tam çevresel olmadığı yönündeki hipotezi destekliyoruz. Mevcut biyogenetik ve sosyal araştırmalar esas alındığında kalıtım ve çevre arasında, bireysel tezahürlerin çeşitliliği dahilinde, kalıtımsal (genler) ve sosyal kuvvetler (tele) tarafından etkilenen, ancak belirlenemeyen bağımsız bir alan olduğunu varsaymanın daha merak uyandırıcı olduğu söylenebilir. s faktörü bu alanda topografik konumuna sahip olacaktır. Bu, biyolojik ve sosyal belirleyicilerin göreceli bir özgürlük ve bağımlılık alanıdır. s faktörü, yeni birleştirici eylem ve değişimlerin, seçimlerin ve kararların oluştuğu ve insanın keşif yeteneğinin ve yaratıcılığının ortaya çıktığı bir alandır. s faktörünün gelişimi, serebral korteksin özelleşmiş merkezleri olan bellek ve zeka işlevlerinin oluşumuna ihtiyaç duymaktadır. Her ne kadar korteks içindeki spontanite işlevinin tekil ve çoğul alanları henüz keşfedilmemiş ve beyin patolojisinde önemsenen bir problem olarak ortaya konmuş olmasa da, bu faktörün eylem halinde ve çocukların davranış testlerinde gösterilip ayrımlaştırılabileceği gerçeği, bedensel bir karşılığının var olduğunu göstermektedir. Bebek beyninin muazzam plastisitesi (esnekliği), s faktörleriyle olumlu bir etkileşime girmenin çok önemli olduğunu göstermektedir. Beyin dokusunun spontanite faktörüne yüksek duyarlılığı –yani sembolik konuşma- veya beyin dokusunun orijinal spontanitesi, beynin geç ve kademeli şekilde özelleşmiş merkezleri ve işlevlerinin hiçbir zaman katı ve tamamlanmış olmamasının sebebi olabilir. Beyin dokusunun spontanitesinin bir düzeyi, ruhsal sorunların oluşmamasına yönelik acil bir son çare olarak hizmet etmek için mevcuttur. Beyin gelişimini spontanite teorisi açısından incelemek ve beynin her bölümünün muhafaza ettiği spontanitenin karşılaştırılabilir derecesini kavramaya çalışmak değerli olabilir.
Yeni bir ortama yönelik ısınma süreci.
Yenidoğan organizmasının yeterince gelişmemiş kısımlarından biri beyindir. Beynin doğumdan ilk birkaç hafta sonraki durumu, bir devrim niteliğindedir. Yenidoğanın ön beyni tamamlanmamıştır. Beyin merkezleri henüz gelişmemiştir. Beyin dolaşımı henüz tam olarak kurulmamıştır. Kılcal damar sistemi yetersizdir. Konuşma merkezleri ve yürüyüşe yönelik kas koordinasyonu gelişmemiştir. Hatta emme, yutma, ağlama, nefes alma ve dışkılama bile doğumdan hemen sonra henüz tam olarak gelişmemiştir. Bu faktörler, rahim dışı yaşamın ilk birkaç ayında yüksek ölüm oranından kısmen sorumludur. Doğumdaki durumuna bakıldığında bir bebeğin canlı olarak doğması neredeyse bir mucizedir. Bebek kapalı bir bölmeden açık, sınırsız bir alana, sonsuz karanlıktan aydınlık ve çok renkli bir ortama, bir görme ve ses alanına, sınırlı pozisyonlardan hareket ve yönün vazgeçilmez olduğu bir ortama sürüklenir. Annenin plasentasıyla beslenen parazitik bir varoluştan, besin alımında ve dışkılamasında kendi etkinliğinin vazgeçilmez olduğu bir varoluşa doğru ilerler. Yenidoğan sürekli uyku durumundan kademeli uyanma ve etrafındaki dünya hakkında farkındalık haline, kendisine uygun bir denge sağlanan bir durumdan, hayatta kalabilmek için fethedilmesi gereken ve yavaş yavaş kendi dengesini geliştirmek zorunda olduğu bir dünyaya adım atar. Bu dünyaya o kadar ani bir şekilde girer ki başarılı bir uyum, yaşamın en büyük bilmecelerinden biri haline gelir. Pratikte, birkaç dakika içerisinde bir dünyadan başka bir dünyaya geçer.
Bebek doğumla birlikte tümüyle birtakım garip ilişkilerin içerisine girer. Üstelik davranışlarını şekillendirebileceği bir modele de sahip değildir. Sonraki hayatı boyunca sürekli yepyeni durumlarla karşı karşıya kalır. Bireyin bu yeni duruma yanıtını ve eski bir duruma verdiği yeni yanıtı spontanite olarak isimlendirmekteyiz. Bebek yaşayacaksa, bu yanıt olumlu, sağlam olmalı ve aynı zamanda her an hazırda bekletilmelidir. Yanıtın miktarı az ya da çok düzeyde olabilir. s (spontanite) faktörünün belirli bir miktarı en azından önemli anlarda mevcut olmalıdır. Bebeğin yaşamının ilk gününde dahî asgarî bir spontanite gereklidir.
Embriyo organizmasının fiziksel gelişimi ve hamileliğin son ayında dışarı çıkmaya anatomik olarak hazır olması, bebeğin canlı olarak doğabilmesini ve daha sonra dilediğince yaşayabilmesini garantilemez. Doğanın yeni gelenlere nezaketle sunduğu bir faktör olmalı ki böylece bebek en azından geçici olarak meçhul bir evrene güvenli bir şekilde inebilsin ve kendisini demirleyebilsin. Bu faktör yenidoğanın körpe vücudunda korunan verili enerjiden daha fazla ve farklıdır. Bu, kendisinin ötesine ulaşmasını, organizmayı taşıyormuş gibi yeni durumlara girmesini, tüm organlarını yeni sorumlulukları üstlenebilmeleri için yapılarını değiştirmesini teşvik eden bir faktördür. Bu faktöre, spontanite (s faktörü) terimini tahsis ediyoruz.
s faktörünün gelişiminden sorumlu olan özel gen türlerinin bulunup bulunmadığı veya s'nin genlerden bağımsız olarak çalışan bir faktör olup olmadığı bu çalışmanın ikincil amacıdır. Biz, bunun yerine, s’nin ne tam anlamıyla kalıtsal ne de tam çevresel olmadığı yönündeki hipotezi destekliyoruz. Mevcut biyogenetik ve sosyal araştırmalar esas alındığında kalıtım ve çevre arasında, bireysel tezahürlerin çeşitliliği dahilinde, kalıtımsal (genler) ve sosyal kuvvetler (tele) tarafından etkilenen, ancak belirlenemeyen bağımsız bir alan olduğunu varsaymanın daha merak uyandırıcı olduğu söylenebilir. s faktörü bu alanda topografik konumuna sahip olacaktır. Bu, biyolojik ve sosyal belirleyicilerin göreceli bir özgürlük ve bağımlılık alanıdır. s faktörü, yeni birleştirici eylem ve değişimlerin, seçimlerin ve kararların oluştuğu ve insanın keşif yeteneğinin ve yaratıcılığının ortaya çıktığı bir alandır. s faktörünün gelişimi, serebral korteksin özelleşmiş merkezleri olan bellek ve zeka işlevlerinin oluşumuna ihtiyaç duymaktadır. Her ne kadar korteks içindeki spontanite işlevinin tekil ve çoğul alanları henüz keşfedilmemiş ve beyin patolojisinde önemsenen bir problem olarak ortaya konmuş olmasa da, bu faktörün eylem halinde ve çocukların davranış testlerinde gösterilip ayrımlaştırılabileceği gerçeği, bedensel bir karşılığının var olduğunu göstermektedir. Bebek beyninin muazzam plastisitesi (esnekliği), s faktörleriyle olumlu bir etkileşime girmenin çok önemli olduğunu göstermektedir. Beyin dokusunun spontanite faktörüne yüksek duyarlılığı –yani sembolik konuşma- veya beyin dokusunun orijinal spontanitesi, beynin geç ve kademeli şekilde özelleşmiş merkezleri ve işlevlerinin hiçbir zaman katı ve tamamlanmış olmamasının sebebi olabilir. Beyin dokusunun spontanitesinin bir düzeyi, ruhsal sorunların oluşmamasına yönelik acil bir son çare olarak hizmet etmek için mevcuttur. Beyin gelişimini spontanite teorisi açısından incelemek ve beynin her bölümünün muhafaza ettiği spontanitenin karşılaştırılabilir derecesini kavramaya çalışmak değerli olabilir.
Yeni bir ortama yönelik ısınma süreci.
Spontanitenin ilk temel tezahürü, bebeğin yeni ortama ısınmasıdır. Isınma işlemi ölçülebilen bir olgudur. Artışı, karşılanacak yeniliğin türüne ve derecesine bağlıdır.
Yetişkinlerle yapılan spontan deneylerde gözlemlendiği gibi, kendi kendini fiziksel olarak ısındıran kişiler, uygun bir şekilde teşvik edildiğinde, başlangıçtaki durumun, solunum hızı gibi, iki üç kat ötesine geçerler. Nabız sayısı yetmişten yüz yirmi veya daha ileriye gider. Isınma sürecindeki (bilinçli ilk adımla kışkırtılan) bu istemli aşamalar sıklıkla, eş zamanlı olarak, terleme, kolların ve bacakların hareketleri, nefes darlığı, denge kaybı, panik ve kaygılı yüz ifadeleri ve bağırsakta anlaşılmayan sesler ve kelimeler gibi sinir-kas sisteminin öncü rol oynadığı diğer istemsiz faaliyetleri beraberinde getirir. Amaçlanan sosyal eylemler, ısınma sürecini kişiler-arası ilişkiler alanına daha da yaklaştırabilir.
Psikodramatik durumda, aynı zamanda aktörün içine girdiği alanlar, kişiler, alandaki nesneler, tüm boyutlarıyla, zaman ve mekan, kişi için yenidir. Kişinin bu sahnede attığı her adım yeniden tanımlanmalıdır. Konuştuğu her kelime, kendisine doğru yöneltilen kelime ile tanımlanır. Yaptığı her hareket, karşılaştığı kişi ve nesneler tarafından tanımlanır ve şekillendirilir. Attığı her adım, başkalarının kendisine doğru attığı adımlarla belirlenir. Fakat o kişilerin adımları da, kısmen, o kişinin adımlarıyla belirlenir.
Yetişkinlerin ısınma süreçlerinden ve kişiler arası ilişki çalışmalarından, kendi kendini ısındırma eylemini, fiziksel ve zihinsel olarak iki kategoriye ayırabileceğimizi biliyoruz. İki ayrı ısınma girişimindeki farklılaşma, bebek için henüz mevcut değildir. Yenidoğan için başlangıçta çok az zihinsel aktivite var gibi görünmektedir. Bu nedenle bebeklerin sadece fiziksel olarak ısınabildiğini varsayabiliriz. Fiziksel başlatıcılar, ömür boyunca tüm ısınma süreçlerinde kurtarıcı-ısındırıcı olmaktadırlar. Yetişkinler, özellikle acil durumlarda veya şaşırdıklarında bunlara başvururlar. Bebeğin aksine, yetişkin, elbette, ısınmaya başlayabilmesinin yanı sıra fiziksel başlatıcılarla da etkileşime girebilecek zihinsel, sosyal ve psikokimyasal ısındırıcılar geliştirmiştir.
Fiziksel başlatıcılar kullanan yetişkinlerle yapılan bazı deneylerde ısınma aracı olarak birçok katılımcı mentasyon (düşünce) seviyesine ulaşamadı. Hareketin ortasında aniden durdular ve vazgeçtiler. Öyleyse, ısınma sürecinin mentasyon seviyesine ulaşması gerekmediği ve bu seviyenin altındaki süreçte herhangi bir noktada sona erebileceği açıktı. Bu bebeğin ısınma şekli olabilir. Bebek fiziksel başlatıcılar kullanır, bu hareket mentasyon seviyesinin biraz ya da fazlaca altında sonlanır ve fiziksel uyaranlarla uyarılır.
Doğum gerçekleşmeden önce fiziksel başlatıcılar harekete geçer. "Doğmak üzere olan" embriyo, ivme kazanmak için başını veya ayaklarını rahim kas duvarlarına doğru yavaş yavaş iterek kendi fiziksel ısınmasını gerçekleştirir. Doğum bebek için zora girdiğinde, annenin kendi fiziksel başlatıcıları, istemli eylemleri ve istemsiz kas kasılmaları, bebeği kurtarmak için dışa atım sürecine yardımcı olur. Doğum anı, hızlı bir uyum gerektiren yeni bir ortama doğum spontan eylemine maksimum ısınma derecesidir. Bu bir travma değildir, dokuz aylık hazırlığın gerekli olduğu bir eylemin son aşamasıdır. Yenidoğan, bir oyuncudur. Rolünü bir ego veya kişiliğe sahip olmadan oynamalıdır. Doğaçlama yapan bir oyuncu gibi, dünyada attığı her adım yenidir. Yenidoğan eyleme, bir solunum cihazının ilk devreye girişindeki veya sütün göğüsten ya da şişeden ilk emilme anındaki gibi, an be an, hızlıca geçebilmelidir.
Belirttiğimiz gibi, bebek ısınma sürecinin fiziksel başlatıcıları aracılığıyla kendi enerjisini yeni ortama bağlar. Bildiğimiz gibi, bu durumda yardımcı egoların-annelerin, ebelerin ve hemşirelerin zihinsel başlatıcıları onu koruyarak ve besleyerek yardıma gelmeseydi, bebeğin yaşaması mümkün olmazdı. Tabi ki, doğum eylemine kadar ısınma, bebek için uzun süreli, kalıcı bir içgüdüdür. Bu uzun süreliğin sebebi, yardımcı egoların bir kısmındaki herhangi bir gecikmenin, doğum mekanizması işledikten sonra, doğumu bebeğin kendi kendine başlatabilmesini mümkün kılmaktır. Bu gecikme belirli bir noktayı aşarsa, bu durum bebeği tüketir ve anne tükendiğinde, mümkün bir avantaj felakete dönüşür.
Bu nedenle ısınma süreci, s faktörlerinin çalıştığını gösteren somut, elle tutulur ve ölçülebilir bir göstergedir. Isınma sürecinin analiz ve ölçümünden, s faktörlerinin varlığını ve eylem aralığını belirleyebiliriz. Isınma belirtisi yoksa; spontanite yokluğu veya kaybının mevcut olduğu sonucuna varırız. Bir alanın bir bölgesinde tespit edilebilecek bir miktar ısınma varsa, o zaman ilgili alanda bir spontanitenin işlediği sonucuna varırız. Bununla birlikte, s faktörlerinin belirli bir alandaki diğer bölgelerde işlememesi veya ısınma sürecinin hiçbir belirtisinin olmaması spontanitenin diğer alanlarda da işlediğini göstermez. Kararında veya azami bir ısınma derecesi, faktörlerin belirli bir alanda kararında veya azami derecede çalıştığını gösterir. Aşırı ısınan bir ısınma süreci, belirli bir alanda fazla miktarda faktörün çalıştığını, ayarında bir eylemin ihtiyacının üzerinde olduğunu gösterir.
Isınma süreci, bir eyleme doğru çabalarken, canlı organizmanın her ifadesinde kendisini gösterir. Isınma süreci, bedensel, psikolojik ve sosyal bir ifadeye sahiptir. İfadesinin çeşitliliği, organizmanın ve içinde bulunduğu çevrenin farklılaşmasına bağlıdır. Isınma sürecinin bedensel ifadesi, ısınmaya fiziksel başlatıcı olarak işlev gören birçok odak alan (bölge) etrafında özelleşmiştir.
Yetişkinlerle yapılan spontan deneylerde gözlemlendiği gibi, kendi kendini fiziksel olarak ısındıran kişiler, uygun bir şekilde teşvik edildiğinde, başlangıçtaki durumun, solunum hızı gibi, iki üç kat ötesine geçerler. Nabız sayısı yetmişten yüz yirmi veya daha ileriye gider. Isınma sürecindeki (bilinçli ilk adımla kışkırtılan) bu istemli aşamalar sıklıkla, eş zamanlı olarak, terleme, kolların ve bacakların hareketleri, nefes darlığı, denge kaybı, panik ve kaygılı yüz ifadeleri ve bağırsakta anlaşılmayan sesler ve kelimeler gibi sinir-kas sisteminin öncü rol oynadığı diğer istemsiz faaliyetleri beraberinde getirir. Amaçlanan sosyal eylemler, ısınma sürecini kişiler-arası ilişkiler alanına daha da yaklaştırabilir.
Psikodramatik durumda, aynı zamanda aktörün içine girdiği alanlar, kişiler, alandaki nesneler, tüm boyutlarıyla, zaman ve mekan, kişi için yenidir. Kişinin bu sahnede attığı her adım yeniden tanımlanmalıdır. Konuştuğu her kelime, kendisine doğru yöneltilen kelime ile tanımlanır. Yaptığı her hareket, karşılaştığı kişi ve nesneler tarafından tanımlanır ve şekillendirilir. Attığı her adım, başkalarının kendisine doğru attığı adımlarla belirlenir. Fakat o kişilerin adımları da, kısmen, o kişinin adımlarıyla belirlenir.
Yetişkinlerin ısınma süreçlerinden ve kişiler arası ilişki çalışmalarından, kendi kendini ısındırma eylemini, fiziksel ve zihinsel olarak iki kategoriye ayırabileceğimizi biliyoruz. İki ayrı ısınma girişimindeki farklılaşma, bebek için henüz mevcut değildir. Yenidoğan için başlangıçta çok az zihinsel aktivite var gibi görünmektedir. Bu nedenle bebeklerin sadece fiziksel olarak ısınabildiğini varsayabiliriz. Fiziksel başlatıcılar, ömür boyunca tüm ısınma süreçlerinde kurtarıcı-ısındırıcı olmaktadırlar. Yetişkinler, özellikle acil durumlarda veya şaşırdıklarında bunlara başvururlar. Bebeğin aksine, yetişkin, elbette, ısınmaya başlayabilmesinin yanı sıra fiziksel başlatıcılarla da etkileşime girebilecek zihinsel, sosyal ve psikokimyasal ısındırıcılar geliştirmiştir.
Fiziksel başlatıcılar kullanan yetişkinlerle yapılan bazı deneylerde ısınma aracı olarak birçok katılımcı mentasyon (düşünce) seviyesine ulaşamadı. Hareketin ortasında aniden durdular ve vazgeçtiler. Öyleyse, ısınma sürecinin mentasyon seviyesine ulaşması gerekmediği ve bu seviyenin altındaki süreçte herhangi bir noktada sona erebileceği açıktı. Bu bebeğin ısınma şekli olabilir. Bebek fiziksel başlatıcılar kullanır, bu hareket mentasyon seviyesinin biraz ya da fazlaca altında sonlanır ve fiziksel uyaranlarla uyarılır.
Doğum gerçekleşmeden önce fiziksel başlatıcılar harekete geçer. "Doğmak üzere olan" embriyo, ivme kazanmak için başını veya ayaklarını rahim kas duvarlarına doğru yavaş yavaş iterek kendi fiziksel ısınmasını gerçekleştirir. Doğum bebek için zora girdiğinde, annenin kendi fiziksel başlatıcıları, istemli eylemleri ve istemsiz kas kasılmaları, bebeği kurtarmak için dışa atım sürecine yardımcı olur. Doğum anı, hızlı bir uyum gerektiren yeni bir ortama doğum spontan eylemine maksimum ısınma derecesidir. Bu bir travma değildir, dokuz aylık hazırlığın gerekli olduğu bir eylemin son aşamasıdır. Yenidoğan, bir oyuncudur. Rolünü bir ego veya kişiliğe sahip olmadan oynamalıdır. Doğaçlama yapan bir oyuncu gibi, dünyada attığı her adım yenidir. Yenidoğan eyleme, bir solunum cihazının ilk devreye girişindeki veya sütün göğüsten ya da şişeden ilk emilme anındaki gibi, an be an, hızlıca geçebilmelidir.
Belirttiğimiz gibi, bebek ısınma sürecinin fiziksel başlatıcıları aracılığıyla kendi enerjisini yeni ortama bağlar. Bildiğimiz gibi, bu durumda yardımcı egoların-annelerin, ebelerin ve hemşirelerin zihinsel başlatıcıları onu koruyarak ve besleyerek yardıma gelmeseydi, bebeğin yaşaması mümkün olmazdı. Tabi ki, doğum eylemine kadar ısınma, bebek için uzun süreli, kalıcı bir içgüdüdür. Bu uzun süreliğin sebebi, yardımcı egoların bir kısmındaki herhangi bir gecikmenin, doğum mekanizması işledikten sonra, doğumu bebeğin kendi kendine başlatabilmesini mümkün kılmaktır. Bu gecikme belirli bir noktayı aşarsa, bu durum bebeği tüketir ve anne tükendiğinde, mümkün bir avantaj felakete dönüşür.
Bu nedenle ısınma süreci, s faktörlerinin çalıştığını gösteren somut, elle tutulur ve ölçülebilir bir göstergedir. Isınma sürecinin analiz ve ölçümünden, s faktörlerinin varlığını ve eylem aralığını belirleyebiliriz. Isınma belirtisi yoksa; spontanite yokluğu veya kaybının mevcut olduğu sonucuna varırız. Bir alanın bir bölgesinde tespit edilebilecek bir miktar ısınma varsa, o zaman ilgili alanda bir spontanitenin işlediği sonucuna varırız. Bununla birlikte, s faktörlerinin belirli bir alandaki diğer bölgelerde işlememesi veya ısınma sürecinin hiçbir belirtisinin olmaması spontanitenin diğer alanlarda da işlediğini göstermez. Kararında veya azami bir ısınma derecesi, faktörlerin belirli bir alanda kararında veya azami derecede çalıştığını gösterir. Aşırı ısınan bir ısınma süreci, belirli bir alanda fazla miktarda faktörün çalıştığını, ayarında bir eylemin ihtiyacının üzerinde olduğunu gösterir.
Isınma süreci, bir eyleme doğru çabalarken, canlı organizmanın her ifadesinde kendisini gösterir. Isınma süreci, bedensel, psikolojik ve sosyal bir ifadeye sahiptir. İfadesinin çeşitliliği, organizmanın ve içinde bulunduğu çevrenin farklılaşmasına bağlıdır. Isınma sürecinin bedensel ifadesi, ısınmaya fiziksel başlatıcı olarak işlev gören birçok odak alan (bölge) etrafında özelleşmiştir.
Makale künyesi: Moreno, J. L. ve Moreno, F. B. (1955). Spontaneity theory of child development. Sociometry, 18(4), 137-155.
Çeviri: Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder