Sartre’ın Duygu Fenomenolojisinin Psikoterapiye Entegrasyonu
Bu makale J. P. Sartre’ın duygular ile ilgili fenomenolojik bakışını psikoterapiye entegre etmeyi amaçlamaktadır. Makale boyunca Sartre’ın fenomenolojik psikolojisindeki "duygu" kavramı incelenmiş, beş farklı duygu bu kuramın bakışıyla temellendirilerek psikoterapide duyguların fenomenolojik görünümleri ele alınmıştır.
Bir Yöntem Olarak Fenomenoloji
Psikoterapi, temel olarak insan yaşantısındaki duygu, biliş ve davranış örüntüleri ile ilgilenir. Psikoterapi ekolleri, insanın bu üç temel yapıtaşından birisini ön plana koymalarına ve bunlara yönelik geliştirdikleri bakış biçimlerine göre kendi içlerinde farklılaşmaktadırlar.
Her psikoterapi ekolünün dayandığı çerçeve kendisinin zayıf noktası olarak düşünülebilir. Çünkü teknikler ve normatif uygulamalar, ister istemez psikoterapist ile danışanın arasında insani karşılaşmanın doğallığını zayıflatan bir mesafe yaratmaktadır. Kanaatimizce fenomenoloji, diğer psikoterapi kuramlarıyla mukayese edildiğinde, hisseden benliği (psikoterapideki danışanı) herhangi bir kuram, kavram, teknik vb. aparatlar olmadan dinleyebilme imkânına en çok yaklaşan görüştür.
Husserl (1907) fenomenolojisinde her zihinsel yaşantı ve her tür yaşantı -gerçekleşir gerçekleşmez- saf bir görme ve kavramanın nesnesi yapılabilir. Bu yaşantının varlığından şüphelenilmez; tam da orada, karşımızdadır. Fenomenoloji şu haliyle "şeylerin kendisine’’ yönelmek; onların kendilerini en arı halleriyle ifşa etmelerine izin vermektir. Öncelikle bir bakış ve görme biçimi olan fenomenoloji Husserl’in ifadesiyle "görerek, aydınlatarak, anlam ayrımı yaparak yol alır. Fenomenoloji, karşılaştırır, ayrım yapar, bağlar, ilişkiye sokar, parçalara böler, öğelerine ayırır. Ama her şeyi saf görmeyle yapar. Kuramlaştırmaz, matematikleştirmez; zira tümdengelimli kuram anlamında hiçbir açıklamada bulunmaz.’’
Fenomenolojik açıdan duygu, biliş ve davranış, tümüyle işte orada, kendini ifade eden benliğe aittir. Bu gerçeği atlamak, söz gelimi duygu-biliş-davranışı kuramsal bir çerçeveye sığdırmak yaşayan benliğin ıskalanmasıyla sonuçlanacak eylemlerdir. Fenomenolojik bakış, bilhassa Kierkegaard, Heidegger ve Husserl’den yoğrulan Sartre fenomenolojisi, bu üçlü yapının [duygu-biliş-davranış] içinde bizi yaşayan benliğe en fazla yaklaştırma kabiliyetine sahip olan kipin "duygu" olduğunu söyleyecektir.
Sartre Varlık ve hiçlik (1943) kitabını yazmadan önce, Heyecanlar üzerine bir kuram taslağı (1939) isimli risalesinde duyguları, özgün bir ekol olarak öne sürdüğü "fenomenolojik psikoloji’’ açısından incelemeye tabi tutar. Ona göre deneysel psikoloji, bilimsellik iddiasının kurbanı olur; çünkü tek tek olguları incelerken yaşayan, işte orada olan ve hisseden insanı gözden kaçırır. Olgular değil, benliğin yönelimselliği daha önemlidir. Onu daha iyi anlayabilmek için orada bizi bekleyen yaşantının dışında kalan her şeyi "paranteze almak’’ (epokhe) gerekmektedir. Sartre’ın Husserl fenomenolojisinden devraldığı ve desteklediği bu yöntem, ileride de değineceğimiz üzere, bilişsel kuramların duygulara yönelik oluşturdukları kuramsal bakışları üzerinde oldukça etkili olmuştur (Beck, 1976; Solomon, 1978). Ancak fenomenoloji son tahlilde "davranışçı psikoterapi yelpazesinin ucunda yer alan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)’den ve aynı zamanda kendi teorik şemasını danışanın öznelliğine dayandırarak anlamaya çalışan çeşitli analitik yaklaşımlardan (örn. Freud, Jung ve Berne) oldukça farklıdır.’’ (Joung, 2010)
Duygu Nedir?
Duygu insanın gerçekliğinin merkezi bir yönü, bir varoluş kipidir. Sartre’a göre bir duygulanım hiçbir biçimde içsel bir eğilim değildir; ne olduğunu nesnesi aracılığıyla kendine öğreten, nesnelleştirici ve aşkın bir münasebettir. Duygular insana dışarıdan yüklenmiş şeyler değildir bilakis onu insan yüklenir. Duygular arkasında gizil şeyler barındırmaz. Psikanalizdeki gibi bilinçdışı bir dinamikten köken almaz; aksine, duygu tastamam bir bilinçtir: Kendisiyle dünyayı belirli bir biçimde/tonda algıladığımız bir bilinç. Nitekim özne, dünyayı ancak kendi eylemleriyle kavrayabilir. Duygularının sahibi özne,onu eyleme ve eylemle birlikte duyguya sürükleyen nesne ile bir sentez içerisinde birleşmiştir. Duygular buradan hareketle Sartre için William James’in iddia ettiği gibi salt fizyolojik düzensizlikler değildir; amaçsal ve anlamlıdır. Duygu varsa ilişki var demektir. Ve her ilişki, içerisinde bir yönelimsellik yani bir niyet, inanç taşır.
Büyücü Özne/Büyülü Nesne
Dünyadaki nesneler öznenin bilinci için gerilim yaratırlar çünkü çoğu zaman ulaşılmazdırlar. Ulaşamadığımız, gerilim yaratan bir nesne ile ilişkilenmek ve onu kavramak istediğimizde, kendimizi çıkacak çatışmadan güvende tutabilmek için o nesneye "büyülü" bir şekilde yaklaşırız. Sartre üzüm salkımına yetişmeye çalışan ancak yetişemeyen birini örnek verir. En başta hararetle ulaşılmak istenen bir nesne olan üzüme ulaşılamadığında özne tarafından "zaten çok hamlar’’ yorumu getirilir. Üzüme ulaşamamanın yarattığı gerilim özne tarafından büyülenir ve kurulan ilişkiye getirilen yorum değiştirilir. Üzümlerin "zaten ham’’ olması nesneye ve dünyaya yeni bir inançla bakmayı sağlamış olur. İşte duygu burada ortaya çıkar. Her anlam verme çabamıza bir duygu eşlik eder. Nesneler ile kurulan her yeni ilişkiyi duygu eşliğinde kavrarız ve böylelikle dünyayı değiştirmiş oluruz.
Nesneleri büyüleyen sadece özne değildir. Şeyler bazen insanca nitelikler taşıyabilir ve özneyi işgal edebilir. Bu konuda Freud’un (1919) "tekinsiz"(uncanny) kavramına çok yakın duran Sartre, esrarlı bir ziyaretçinin izini taşıyan bir odanın bizde ürperme yaratabileceğinden bahseder. Bir çocuğun odasını, oyuncaklarını yok yere korkutucu bulması az rastlanan bir durum değildir. Yahut bir mağara, içerisinde zarar verici hiçbir canlı barındırmasa bile içerisine girildiğinde istemsiz bir ürperti yaratır. Freud’dan farklı olarak Sartre tekinsizliği bilinçdışı ile değil,kişileşmiş nesnenin kendisiyle açıklar. Yarattığı duygu bağlamında nesneler, kendi başına bir etki faktörü (büyücü) olarak düşünülmelidir.
Korkulan bir şeyden kaçarken bayılan birini ele alırken Sartre, korku duygusuyla halihazırdaki tehlikeyi reddeden bir özneden bahseder. Bu bir çeşit unutmadır. Bayıldığında korktuğu nesneyi hiçleştirmek isterken, özne kendini de hiçleştirir. Duygu, görüldüğü üzere neden-sonuç bağlamında determinist bir ilkeyle işleyen dünyanın üzerine fazladan bir şey, söz gelimi bir büyü, bir hayal katar. Korku, öyleyse dışarıda sürmekte olan tehlikenin doğrudan kendisiyle ilgili değildir; o tehlikeye atfedilen düşünce ile ilgilidir (Kara, 2008). Nihayetinde dünyayı olduğu haliyle kabullenmekten geri duran çaresiz ve huzursuz bir bilinç görürüz korku duygusunda.
Hüzün
Dünya bizden eylem bekler. Fakat bazen özne bir aksaklık/aksilik yaşar ve eyleme geçme olanaklarını kaybeder/terk eder. Sartre hüzün duygusunu nesneleri farklılaştırma, değiştirme zorunluluğunun kişi tarafından ortadan kaldırılması olarak okur. İşbu durumda hüzünlü özne için dünya ve nesneler donuk bir gerçekliğe gömülür, tüm büyüsünden ve şiddetinden sıyrılır. Böylece hüzünlü özne, dünya kendisinden hiçbir şey beklemiyormuş gibi, daha doğrusu dünya kendisinden gerçekleştiremeyeceği kadar çok şey bekliyormuş gibi hisseder.
Öfke
Sartre öfkeyi bir dürtü olarak görmez. Pierre Janet’nin "alt-üst davranışlar’’ kavramından faydalanarak, öfkeyi çatışmayı çözme amacına hizmet eden bir alt davranış duygusu olarak tanımlar. Alt davranışın bilinç durumu da alt düzeydir. Bu sebeple öfkeli özne çözümsüzlüğe çare bulmaya çalışırken çözümsüzlüğün şiddetini artırmış olur.
Dünya çetindir; nesneleri tek seferde, tümüyle ele geçirilemez. Sevinç, arzu nesnesini tek seferde ve tümüyle ele geçirmek isteyen bilincin büyülü marifetidir. Özne sevinçliyken dans eder, şarkı söyler ve dünya ona daha katlanılır gelir. Büyülenen nesneler öznenin olmuş gibi, ona katılmış gibi hissedilir. Şu haliyle sevinç anlık bir duygudur. Mesela hediye, edildiği andan itibaren etkisinden kaybetmeye başlayan bir şeydir. Sevinç, nesneyi mülküne alır ve söner. Bu sebeple tüm kitaplarında fenomenolojik bakışı düstur edinen İtalyan psikiyatrist Eugenio Borgna (2014) sevinci kırılgan, narin, elle tutulmaz bir duygu olarak tanımlar.
Sevgi
Sevgi, diğerlerinden farklı olarak, Sartre için en problemli ve spekülatif duygudur. Sartre için "başkasının bakışı’’ William Barrett (1958) gibi söylersek, "Medusa’nın bakışı gibi korkunç ve taşa çeviricidir.’’ Sartre’a göre dışarıdan bana nazar eden bir kişiye bir nesne olarak gözükürüm; öznelliğim, derinliğim onun bakışlarında bir anlam ifade etmez; taşa döner. Bu sebeple bir sevgili, beni bakışlarıyla bir nesneymişim gibi mülküne geçirmek ister. Başka bir deyişle Sartre sevenin sevdiğine, ancak onu öznelliğinden sıyırıp nesne konumuna düşürmesinden sonra hakim olabileceğini düşünürken, sevgiyi bir sahiplik savaşı,bir güç gösterimi olarak tasvir etmektedir.
Erich Fromm’un (1976) "olmak’’ ve "sahip olmak’’ olgularını birbirinden ayrıştırma uğraşı Sartre için beyhudedir. İkisi de aynı şeydir Sartre’a göre. Olmak arzusu, kendinde olma vasfını kendi içine yönelerek kazanma çabasıyken; sahip olmak arzusu kendinde olma vasfını dünyaya (nesnelere) yönelerek gerçekleştirme çabasıdır. İkisi arasındaki fark, ortaya koyulan eylemler değil, sadece eylemlerin yönelimleridir.
Sartre’cı fenomenolojide sevgi, şu halde,bir başkasına "sahip olarak", o kişinin benim varoluşumu istemesini istemem yani "olmaya" çalışmamdır; hiç mütevazi olmayan bir oranda onunla kendimi var etmek, ona kendimi onaylatmak için. Severken, başkası da bizi sevsin isteriz. Buradan hareketle, sevgi, seven kişiler için aynı zamanda bir çatışma, bir oyun halini almaktadır (Foulquie, 1973). Yine de özneler olarak, çatışkısı kendisine bir kader olarak tutturulmuş bu ilişki biçimine yani sevgiye ve sevgiliye ihtiyaç duymadan edemeyiz.
Psikoterapi Pratiğinde Duyguların Fenomenolojik Görünümleri
Yönelimi her ne olursa olsun, bir psikoterapi seansında bir benliğin yaşantısı dinlenirken duyguların yukarıda açıklanan fenomenolojik doğasını zihinde tutmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. Danışan "korku" içindeyse korku nesnesini hangi inançlarla, neden ve hangi ölçüde büyülediğinin açığa çıkarılması ve büyüleme eyleminin farkındalığının kazandırılması; "hüzünlüyse" yaşantısındaki nesnelerin gerçekliğini nasıl/hangi sebeplerle dondurduğu ve dünyanın hangi beklentilerine karşılık veremeyeceğini düşünmekte olduğu; "öfkeliyse", hangi alt bilinç durumunda seyrettiğinin açığa çıkarılması ve alternatif bilinç durumunun ne olabileceği ve nasıl temellendirileceği; "sevinçliyse" hangi nesneyi kendisine kaynaşma (füzyon) halinde dahil etmeye çalıştığının açığa çıkarılması; ve konu aşk ve yakın nesne ilişkileri ise de, sevgi nesnesine yönelim biçiminin (olmak/sahip olmak) açığa çıkarılması ve ilişkinin paradoksal/çatışkılı doğasının bilinçli farkındalığının kazandırılması; kanaatimizce psikoterapistin danışanla fenomenolojik bir yönelimle, beraberce çalışabileceği değerli konular ve amaçlar olarak değerlendirilebilir.
Duygular maruz kaldığımız şeylerse de onlara eşlikçi olan inanç ve nesneler, bizim tercihimizin sonucu olarak yaşantıladıklarımızdır. Sartre’ı bir anlığına psikoterapist olarak düşlersek, danışanı onun için uçsuz bucaksız bir seçim evreni içerisinde yer almaktadır. Hangi inancı ve nesneyi seçeceği ona kalmıştır. Buradan hareketle fenomenolojik psikoterapinin insanın hissedişi bağlamında temel amacı, danışanın kendi varlığı konusundaki kökensel seçim tarzını ifşa etmeye, anlamaya ve endikasyona bağlı olarak da özgürce dönüştürmesine yardımcı olmaktır. Fenomenolojik yöntem ise, danışanın kendisine nesne kıldığı ve ona atfettiği niteliklerin ontolojik anlamını (seçme ve yaşantılama tarzlarını) esas almaktır yoksa "Freud’cu libido’’ ya da "Adlerci aşağılık kompleksi’’ gibi postülalar ile ampirik verileri genelleştirmek değildir.
Sonuç
Çoğu postmodern psikoterapi okulunun, özellikle bilişsel kuramın çatısı altında olanların, Sartre’ın, genel anlamda ise fenomenolojinin bakışından yola çıktıklarını görmek zor değildir. Söz gelimi Bilişsel Davranışçı Terapi Sartre’ın daha önce bahsettiğimiz duygu-inanç ikilisi üzerinden, kabaca, inancı (otomatik düşünceleri) değiştirip duygu ve davranışta değişiklik yaratmayı amaçlama suretiyle tedavi yoluna gitmektedir. Etkilenme ve benzeşmelere rağmen yine de fenomenolojinin duyguların doğası ile ilgili rahatlıkla ortaya koyabildiği bu gerçeği bir kuramın içerisine sıkıştırıp protokelleştirmek fenomenolojik bakışa uygun olmayan bir tutumdur.
Benlik odaklı fenomenolojik psikoterapi, aslında tüm terapi ekollerinin temelde sahip olması gereken bir felsefeyi ve bakışı içermektedir. Hatta fenomenolojiyi tek başına bir psikoterapi ekolü olarak konuşmanın, tartışmanın zamanı gelmiştir belki de.
Özetlersek, Sartre’ın fenomenolojik psikolojisinde duygular;
1. Anlamlı ve yönelimseldir.
2. Amaca dönük ve işlevseldir.
3. Dünya ile yegâne ilişkilenme aracımızdır.
4. Bir ilinek değil; varoluş kipidir.
5. İnanç eşliğinde yaşantılanır.
6. Bilinçdışı bir kökene sahip değildir; bilinç durumudur.
7. Gerçekliği reddetmemizi sağlar, yeni bir büyüsel gerçeklik inşa eder ve bu büyüsel gerçeklik de bizi inşa eder.
Not: Bu yazı Dinlenen Ben Rüya ve Terapi Dergisi'nin 6. sayısında yayınlanmıştır.
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Kaynakça
Barrett, W. (2003). İrrasyonel insan. (S. Özer, Çev.) Ankara: Hece.
Beck, A. T. (1979). Cognitive therapy and emotional disorders. Boston: Penguin.
Borgna, E. (2018). Şu bizim kırılganlığımız. (M. M. Çilingiroğlu, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi.
Coleman, A. E. ve Snarey, J. (2011). James-Lange theory of emotion. Encyclopedia of child behavior and development, (ss. 844-846). Boston :Springer.
Foulquie, P. (1995). Varoluşçunun varoluşu. (Y. Şahan, Çev.) İstanbul: Toplumsal Dönüşüm.
Freud, S. (1964). The uncanny. (J. Strachey, Çev.) London: The Hogarth.
Fromm, E. (2016). Sahip olmak ya da olmak. (A. Arıtan, Çev.) İstanbul: Say.
Husserl, E. (1997). Fenomenoloji üzerine beş ders. (H. Tepe, Çev.) Ankara: Bilim ve Sanat.
Joung, C. (2010). A phenomenological model in the practice of psychotherapy. International Journal of Psychotherapy, 14(3), 36-53.
Kara, H. (2008). Kaygının yakıtı. Başka: Psikiyatri ve Düşünce Dergisi, 1(1), 67-68.
Sartre, J. P. (2009). Varlık ve hiçlik. (T. Ilgaz ve G. Çankaya Eksen, Çev.) İstanbul: İthaki.
Sartre, J. P. (2018). Heyecanlar üzerine bir kuram taslağı. (K. Sarıalioğlu, Çev.) İstanbul: Kırmızı Kedi.
Solomon, R. C. (1978). Emotions and anthropology: The logic of emotional world views. An Interdisciplinary Journal of Philosophy, 21, 181-199.
Yorumlar
Yorum Gönder