Ağrılı Ayrılık: Doğum Travması




Derin, sessiz, iyi, böylece...

Edip Cansever, Meduza

Sancılı Bir Girizgâh

Ayrılma ve birleşme... Yaşamın olağan sathında devir daim eden diyalektik döngünün, aslında birbirine eş olan iki uç kısmı...

Kaçınılmaz üç pozisyonel ayrılık: Doğum, anneden ayrılma, evden ayrılma…

İlksel bir ayrılık biçimi olarak doğum ve doğumun kronolojik seyrini takip eden diğer ayrılıklar, psikanalizin ana konusunu temsil etmektedir, diyebiliriz. Bir kişiyi ya da bir nesneyi kaybetme durumları, zorunlu yaşantılar olmasının yanında, kişiyi dönüştürmesi ve büyütmesi sebebiyle de, aslında pozitif içeriğe sahip deneyimlerdir. Cenin içinde kendine yuva tutmuş insan yavrusu, ıslak ve emniyetli bir alandadır. Ceninin durumu, epigraftaki şiirde mükemmel bir şekilde tariflendiği gibi, derin ve sessiz, şimdilik sorunsuz ve böylece iyidir. Orada, kendini annenin varoluşuna bağlayan insan, sonraları bu mecazî omnipotansı [tüm güçlülüğü], teskin edici sessizliği ve yer yuvardan ırak, o mükemmel derinliği çokça özleyecektir.

Doğum ilk ayrılıktır. Sancılıdır. Anneden çıkış ve dünyaya geliş, hem anne hem de çocuk adına sancı ile mümkün olur. Doğan özne, doğuranın yahut çevresindekilerin insafına kalır. Çocuk anneden doğarak ilk gerçekçi ve devrimci eylemini kutlar. İlk yıllar otistik süreçlerin karmaşasında, acziyet içerisinde geçer. Anneyle tek beden olmaya devam eder çocuk. Kendisini anneden ayıramadığı gibi, anneyi memesinden ibaret zanneder. Freud’un revizyonistlerinden ve nesne ilişkileri kuramının temellendiricisi kabul edilebilecek olan psikanalist Melanie Klein’a göre, ilk mülk edinme işte burada, anne memesinde başlar. Çocuk memeyi ve kendini besleyen sütü ipotek altına alır. Mülküne geçirir. Meme doyurgansa çocukta iyi meme ve anne imgesi, meme doyurgan değilse, çocukta kötü meme ve anne imgesi gelişir.

Bir süre sonra işler tam da yolunda giderken, bir üçüncü devreye girer: Baba. Yani ‘O’. Sonra ilgi babaya yöneltilir. İkili yapı üçlü bir yapıya, kavramsal ifadeyle ‘Ödipal’ yapıya taşınır. Anneden ayrılmanın güçlüğüne babanın ikame edilmeye çalışılan ‘mütehakkim’ yönü eklenir. Üçlü yapıyı kırmaya ve bu yapıyı tanımadığı başka kişiler ile genişletmeye çalışan insan teki, ilk temsillerini inşa etmekte, geleceğe yönelik hitaplar üretmektedir. Önce, anneden ayrılmak mecburiyetinde olan insan, sonra evden ayrılmak zorunda kalır. Bu hitabı üretme kalitesi, diğerlerine izin ve imkân verme kalitesini belirleyecektir.

Rank ‘ın Günahı

Dünya savaşları sebebiyle yaşam ve ölümün olabildiğince tezat kavramlar olarak düşünüldüğü bir yüzyılı düşlersek, ayrılma ve birleşme kavramlarının ‘aynı şeyler’ olduğunu söylemek pek de tekin bir söylem olmayacaktır. 1924’te yayınlanan Doğum Travması isimli Otto Rank kitabı işte bu tekinsizliği sorgulamıştır.

Rank’ın bu kitabı yazmasının akabinde, sekreterliğini ve müritliğini yaptığı Freud ile ters düşmesi, Viyana Psikanaliz Derneği üyeliğinden çıkarılması, 1930’da A. A. Brill’in, Rank'ı akıl hastası ilan etmesi, Otto Rank’ın psikanaliz camiasında ne tür tehlikeli işler çevirdiğinin bir kanıtı olarak okunabilir. ‘Oğul Rank’ın tüm günahı, kimine göre ‘alaylı bir psikanalist’ olarak hiç de ehil olmadığı halde, psikanalizin başat kavramlarını; sanat, din, mitoloji ile yoğurma çabası ve bu çabanın beraberinde getirdiği ‘Baba Freud’un esaslarından uzak düşmesidir.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Rank’a göre insan yaşamındaki kaygıların çoğu, doğum sırasında yaşanan ayrılık kaygısının tekrarıdır. İnsan yavrusunun içerisinde bulunduğu, bir demo-cennet olan ceninde hakim olan refah, ‘doğum’ ile birlikte yiter. Kaybedilen bu huzur ve refah, yetişkinken kurulmaya çalışılan ‘birlikte olma’ pratiklerine sirayet edip, aynı ‘yitme’ halini kişiye tekrarlatır. Ve insan, bu döngüye ve bu döngünün kendine eklemlediği ‘bireyleşme’, ‘bağımsızlık’, ‘yeniden başlama’ eylemlerinin kaygısına direnemeyip, o muhteşem yarığa, döl yatağına dönmeyi ister. Bu istek, Rank’a göre aynı zamanda ‘ölmeyi’ istemektir. Şu halde denilebilir ki; ayrılma ve birleşme, yaşam ve ölüm, tasavvufâne bir cüret ile ‘firak ve vuslat’, birbirini turlayan haller olmaktadır. Rank, analiz tekniğini işte bu sav üzerine kurar.

Otto Rank, ‘doğum travması’ kavramı ile, zaten sanat ve edebiyata meyyal bir çizgide seyir tutturan psikanalize edebi bir kıvam vermiş; fakat psikanalizin üstatları tarafından aforoz edilmesine engel olamamıştır. Rank’ın bu kabuğunu kırma çabası, onun travması olmuştur diyebiliriz.

Regressus ad Uterum

Anne karnına dönüş, Rank dışında da geniş bir literatüre sahiptir. Söz gelimi, "korunmaya dair anıları yeniden yaşayarak", der Bachelard, "kendimizi avuturuz". Kendi üstüne kapanma veya cenin pozisyonunda büzülme, regresif bir korunma tepkisidir. Regressus bir kökene dönme düşlemidir. Dönüşümü sağlamanın bir şartıdır. Yunus ancak balığın karnında regrese olabilir ve dönüşebilir. Regressus kökene yani zamansızlığa gidiştir, yani kaosa, geceye.

Melankolik deneyimler anında bu tepkiyi çokça kullanırız. Aynı şekilde su altında/içinde durma [Stalker], Rankçı bir bakış ile cenindeki amniyon sıvısına özenmedir. Cenin, lugavî olarak, "örten şey" anlamındadır. Aslen, Arapça'da sözcük kökünün bir özelliği olarak "cennet, cinnet, mecnun, cin" kelimeleri de hep bir şeyin örtülmesi anlamına bürünerek çekime [tasrif] uğramıştır. —Cennet—, üzeri yeşilliklerle örtülü toprak; —Cinnet— aklın örtülmesi; —Mecnun— aklı örtülen kimse; —Cin—, insana örtük olan varlık anlamlarına gelmektedir. Hasılı, cenin anne karnı tarafından örtülen şey demektir. İnsanın, ruha ve bilince baskı yapan melankolik deneyimler sırasında cenini ve ceninin ikame ettiği emniyeti ve sükûnu talep etmesi, dolaylı olarak bu -örtünme- ihtiyacı ile ilgili olmaktadır. Hz. Muhammed'in, ilk vahyin inzalinden hemen sonra, evinde, Hz. Hatice'ye —beni ört!— [bkz: Müzzemmil] diye buyurması da, kanaatimce, Hz. Peygamber'in, vahyin varoluşsal sıkletine karşı geliştirdiği bu beşerî [ama insanî değil] örtünme ihtiyacını dile getirmektedir. Regressus beşerî bir iç çekiştir: olmamaya, yeniden doğmaya.

Rank’ın Kuramına Kısa Bir Bakış

Rank’a göre analiz, ilk nesne olan anneden ayrılmanın daha başarılı bir tekrar tecrübesi ve tam olarak baş edilememiş doğum travmasını sonradan alt etme faaliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Analist, kendisine aşırı libidinal yükleme yapılan anneyi ve bu yatırımın yansıtılacağı babayı birlikte temsil ederek, anneden sağlıklı şekilde kopamayan analizana yeni bir kopma yaşatır.

Otto Rank, ortaya koyduğu, belki de ‘tümevarımcı’ olarak tasvir edilebilecek bir bakış açısı ile çocukların kaygı ve korku yatırımı yaptığı durumları serimler. Bunu yaparken fobik nesnelerin sembolleştirilmiş hallerini doğum ile ilişkilendirir. Mesela karanlık bir odada yalnız bırakılan çocuk, anne karnında nükseden ilksel travmasını yaşamaktadır. Veya fare, yılan gibi hayvanların tekin bulunmayışının, küçük deliklerde çabucak kaybolmalarıyla ilişkili olduğunu söyler. Bu durum ise sembolik olarak, kişinin kendi gövdesine veya annenin içine tekrar girme eğilimini barındırır. Bilinçli idrar boşaltma (eunuresis nocturna) ve dışkı kaçırma (enkoprezis) olayı ise çocuğun anneye sevgi ispatında bulunma adına, anne ile tek beden olduğu yerde, yani anne karnındaymışçasına davranmasıdır. Rank, burada Freud’un Rüyaların Yorumu isimli kitabından oldukça etkilenmiştir. Korku nesnelerinin, tıpkı rüyada görülen metaforik öğeler gibi, ama rüyalardan daha kaba bir yorumlanışını gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ancak bunu yaparken, psikanalitik bir yorumsama yerine, mübalağalı ve tek yönlü bir gönderme sistemi kullanmaktadır. 

Kısacası Rank’a göre her şeyin başı anne karnına çıkmaktadır. Bu itibarla, Rank’ın gönderme sistemi, ancak doğru yorumların uzak bir örneğini temsil edebilir. Yine de Rank'ın doğum travması kavramı üzerine yazdıkları zihin açıcı ve öğreticidir.




Yorumlar

Popüler Yayınlar