Arkadaşlık: İmkan mı Zorunluluk mu?



Her ilişki bir diğerinden farklıdır, biz de her ilişkimizde farklı biri oluruz. 

Adam Phillips, Tekeşlilik 

İmkansız Bir İmkan: İlişki


Rimbaud’un pek meşhur sözüdür: ‘’Ben bir başkasıdır.’’ Ne anlama gelir bu söz? Ben, ben değil miyimdir yani? Bir başkası nasıl olabilirim? [Hem de benden habersiz!] İşler biraz daha karışsın: Başkası da ben midir peki?

‘Ben’ dediğimiz şey üzerine konuşmak için ağzımızı açar açmaz başkasından söz etmeye başlarız. Bu hemen hemen bir zorunluluktur. ‘Ben’ler olarak ilişkililiğe yazgılıyızdır. Evet, en kendimiz olduğumuz anda, aynı şiddette ötekinin de hanesine kayıtlıyızdır. O zaman çekinmeden söyleyebiliriz: Ben olmanın kanunu ilişkidir. Ancak ilişki düşünce, süreç değildir. Ben, kendini başkasına bir düşünce olarak değil; duygu olarak iliştirir. İnsan ilişkidir. İlişki duygudur. Ötekinin zihninde tuttuğumuz duygusal mekanla ilişkide olmadığımız bir zaman dilimi neredeyse yoktur. Zaman ve mekan da bir ilişki ve duygudur desek, fazla ileri gitmiş olur muyuz? Bence hayır. Hissettiğimizi hissedemeyen bir yerin/yerdekilerin ve zamanın/zamandakilerin midemizi bulandırması bu yüzdendir. İlişkisizliğin hazmı zordur.

İlişki ve öteki bir seçenek değil de zorunluluksa, ‘ben’, ancak ötekide yansıdığında kavranabilen bir fenomen ise, insan teki, otantik bir ilişkiyi ve yakınlığı ancak çok nadir zamanlarda deneyimleyebilir, demektir. Pop-psikolojinin içini boşalttığı, ağza sakız ettiği empati kavramını bir yaşantı olarak deneyimlemek de bir o kadar zordur o zaman. Empati, ötekinin bizde yarattığı bir duyguyla ilgilidir. Bu duygu bizi ötekine yöneltir ya da yöneltmez. Öteki bizde bir yankı, iz yaratabiliyorsa, empati o zaman mümkündür. Empati kendimizi ötekinin yerine koymak filan değildir. Kendimizi bir seri katilin yerine koyabilir miyiz? Neredeyse imkansızdır bu. Başkasına ulaşmak işte bu kadar zordur. [Tam da burada Kieslowski’nin Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’ini hatırlatmama müsaade edin. Sebepsiz yere birini öldüren Jacek’in asılmadan önceki sarsıcı iniltileri ve haykırışları, bizi o çok insani yerimizden vururken, onulmaz bir çelişkiyi de açık eder: Jacek’i anlayabilir miyiz? Onu anlamamız, onunla empatik olabilmemiz, onun yaptığı katliama hak vermek anlamına mı gelir? Eğer öyleyse, Jacek ile empatik olmak, vicdani anlamda, doğru değildir. Ama empati de doğru değilse, doğru olan nedir?]

Çizilen bu karamsar tablonun içerisinde arkadaşlıklar nerede durmaktadır? Dost ile arkadaş ayrımını yapmaya başladığımız andan itibaren bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmez miyiz aslında? Biri nedense daha yakındır bize. Diğeri ile ne yapsak yakınlaşamayız. ‘Elektrik’ denen şey, o her neyse, ya tutar ya tutmaz ya da çarpar. İşte ilişkinin kökensel çetinliği burada kendini gösterir de biz bunu görme konusunda pek istekli olmayız.

Bu yazıda ilişkiden ve arkadaşlıktan bahsedişimizi Alman düşünür Wilhelm Schmid’in İletişim Yayınlarından çıkan ‘Arkadaşlıktaki Saadete Dair’ isimli kitabına ve tabi ki Tanıl Bora’nın nitelikli çevirisine, borçluyuz. Schmid, ilişki psikolojisi yazınında rastlayabileceğimiz en sade ve esaslı fikirlere sahip yazarlardan biri. İnsandan ve onun dünyasından bahsederken yaşantıdan hiç kopmayan bir yönü var. Kendinden bir kaçınma yöntemi olan teorik tartışmaları gereksiz bulur; deneyimin kalbine odaklanır.

Beklentiler

Arkadaşlık, insanın mutluluk arayışının bir görüngüsüdür. İster kabul edelim, ister etmeyelim: Bir eksik vardır hep. Kendimizle yetinemeyiz hiçbir zaman. ‘’Arkadaşsız kalan bir ruh yoksul düşer, yalnızlığın ümitsizliğine batar.’’ diyen Schmid’e katılmamak elde değildir. Varoluşumuzun, bütün bu yaşadıklarımızın bir anlamı olsun isteriz ve başka biriyle, daha ziyade duygu alanına ait, bu anlamı [yani ilişkiyi] aramaya koyuluruz. Yalnızken bu anlamı bulmak güçtür. Çünkü anlam, bizzat ilişkinin kendisidir. İlişkinin yıkımı, anlamın bazen de varoluşun yıkımı/inkarı demektir.

Anlamı, yani dolayısıyla da arkadaşlığı arayan birinin ilişkisine yatırdığı anlam, arkadaşlığın biçimini de belirler. Bir arkadaşlık ilişkisi o zaman, tarafların karşılıklı beklentilerinden teşekkül eder. Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’ine gitmeye gerek yoktur: Daha güçlü olmayı isteyen biri ile anlaşılmayı bekleyen birinin arkadaşlıklarının pek de uzun ömürlü olmayacağı konusunda neredeyse eminizdir.

Aşk Ya Da Arkadaşlık

‘Aşk Üstüne’ kitabında Dionys Mascolo, "Sonsuz aşk ihtiyacı, gerçek tatminini bulamaz.’’ derken sanki aşk ilişkisi ile arkadaşlık ilişkisi ayrımını yapmaktadır. Aşıklar arzu yarıklarını birbirleriyle kapamaya çalışırken, arkadaşlar -ya da birbirinin arkadaşı da olabilen aşıklar- çoğu zaman mütevazi bir beklentiyle sadece dinlenmek, anlaşılmak ve onaylanmak ister. Aşk, arka planında karanlık bir kütle barındırırken, arkadaşlık daha belirgin sınırlara sahiptir. Söz gelimi arkadaşlıkta sadece bizi gözeten bir ötekinin mevcudiyeti bile bize iyi gelirken, aşkta ötekinin mevcudiyeti çoğu zaman sorunludur. Çünkü aşk, üçüncü kişiye rağmen kurulan bir ilişkidir: ikili ve kapalı. Buradan hareketle, biten bir aşkın arkadaşlığa dönüşmesi ne kadar mümkündür?

Mutsuzluk İhtimali

Mutluluk gibi mutsuzluk da insani bir ihtimaldir. Hem de güçlü bir ihtimal. Mutsuz, depresif bir benlik, tüm enerjisini kendi iç nesnelerine yatırmıştır. Yaşama tekrar geri dönmesi, çoğu zaman bir dış nesnenin kendisini harekete geçirmesine bağlıdır. İşte arkadaşlık, depresif benliğin çektiği dünya ağrısına birebirdir. Ancak her arkadaşlık değil elbette. Zevk ya da iş arkadaşlıklarının sınırlı ve yüzeysel görüngüsünde depresif biri en fazla ‘’Böyle durma, takma kafana bu kadar, bak hayat çok güzel.’’ yorumlarına maruz kalabilir. Bu yorum, depresyonu daha da derinleştirmeye hizmet eder. Ancak hakiki arkadaşlıkta depresif arkadaşın benliği dışlanmaz; kabul edilir, dinlenir. Hakiki arkadaşlıkta mutluluğa, mutsuzluk ihtimali ve hatta gerçeği de dahildir. Schmid’in mükemmel ifadesiyle, arkadaşlık ilişkisi bireyin faniliğinden taşmasına izin verir. Fanilik, zaman ile kayıtlı olmaktır. Zamanın bitimiyse ölüm demektir. Hakiki arkadaşlıklarda öyle anlar yaşanır ki zaman duygusu ve fanilik ortadan kalkar. Ezberlenen roller terk edilir. Bu tür bir arkadaşlık ilişkisi en yabancı yeri bile ‘ev’ haline getirir. Zaman ve mekan adeta bükülürken benliklerimizin hacimleri azalır ve birbirine karışır ancak biricikliklerinden de bir şey kaybetmezler. Böyle hakiki bir ilişkide mutsuzluk hiç sorun edilmez.

Kendiyle Arkadaşlık


İnsanın dünya ile ilişkisi, kendisiyle kurduğu ilişkiden beslenir. Öyleyse karşımızda şöyle bir zorunluluk belirir: Öteki ile arkadaş olmadan önce kendimizle arkadaş olmalıyız. Schmid’e göre kimse bu konuyu geçiştiremez: Peki kendiyle arkadaşlık ne kadar mümkündür? Postmodern çağda özne kendi benliğine dair endişeye kapılır. Kendine ayıracağı enerjiye ve vakte sürekli talip çıkar. Öznenin enerjisi dışarıdaki çeldiriciler üzerinde sabitlendiğinde benlik soluklanamaz ve tükeniş kaçınılmaz hale gelir. Arkadaşlık burada devreye girer. Kişi başkasıyla hakiki bir ilişki kurduğunda, birine bir hikayesini anlattığında ve dinlenildiğinde kendisiyle ilişki kurmuş olur. Kendisini hikaye eden biri, benliğini tamamlamaya çalışan biridir. Psikoterapi de burada değer kazanır zaten.

Benliği Hikayelemek

Hem hakiki arkadaşlıkta hem de psikoterapide kendimizi anlatırken kendimize meraklanırız. Arkadaşımızın/terapistimizin benliğimize gösterdiği özen, bizi kendi kendimize özen göstermeye teşvik eder. O zaman hikayeyi en başta kendimize mi anlatıyoruzdur? Evet. Tasavvur edilen benlik, verili benliğe hikaye anlatır ki ilişki mümkün hale gelsin ve kişi kendi varoluşuna dair bir anlam üretebilsin.

Hakiki arkadaşlıklarda ve psikoterapide bireyin kendisine ve ilişkisine dair hikaye üretebilmesi için kendine sansür uygulamaması gerekir [yoksa verili benliği ile kalakalır]. Derin bir konuşma, derin bir hikaye her zaman şeffaflık talebinde bulunur. Bunun için de hakiki arkadaşımızın/terapistimizin bizi yargılamadan, aktif bir biçimde dinlemesi gerekir. Dinlenmek, yeri geldiğinde sessizliğe izin verebilmek/katlanabilmek, soru sorabilmek ve sorulmasına izin verebilmek, yorum kabul edebilmek arkadaş ilişkisinin ve psikoterapinin olmazsa olmazıdır.

Uzm. Psk. Gökhan Özcan


Yorumlar

Popüler Yayınlar