Benlik Bilinci




Amerikalı psikolog William James'in 1890 tarihli, dilimize henüz kazandırılmamış kitabı, Psikolojinin İlkeleri (The Principles of Psychology), psikoloji tarihinin en önemli eserlerinden biridir. James, bu kitapta "Benlik Bilinci" başlığı altında benliğin yapısına dair önemli tespitlerde bulunur. “Benlik Arayışı ve Benlik Muhafazası” başlığından itibaren yaptığım bu kısmi çeviriyi, açıklayıcı dipnotlar eşliğinde istifadenize sunuyorum.

Benlik-Arayışı ve Benlik-Muhafazası


Benlik-arayışı ve benlik-muhafazası kelimeleri çok sayıda temel içgüdüsel dürtü içerir. Bizler maddesel benlik, sosyal benlik ve ruhsal benlik arayışına sahibiz. Tüm sıradan yararlı refleks, beslenme ve savunma hareketleri, maddesel benliği muhafaza etme eylemleridir. Korku ve öfke, aynı şekilde faydalı olan eylemlerdir. Benlik-arayışından kastımız ise, bugünü sürdürmekten farklı olarak geleceğe yönelik yatırım yapmaktır. Hem öfke hem de korkuyu, avlanma, mülk edinme, ev inşa etme ve araç oluşturma içgüdüleri bağlamında, maddesel türün benlik-arayışı çabası olarak sınıflamalıyız. Bununla birlikte, gerçekte, şu sonuncu içgüdüler, yani aşık olma, ebeveyn sevgisi, merak ve rekabet, yalnızca maddesel Benliğin gelişimini değil, kelimenin en geniş anlamında maddi Benliğin gelişiminin izini sürer.

Sosyal benlik-arayışı, sırasıyla, dolaysız bir şekilde, aşık olma ve dostluk; mutlu olma, ilgi çekme ve hayran olma arzumuz; rekabet ve kıskançlık; şöhret, etki ve güç arzumuzla ve dolaylı olarak sosyal amaçlara hizmet eden hangi maddi benlik-arayışı olduğu fark etmeksizin işlerliğini sürdürür. Sosyal benlik-arayışı dürtülerinin, dolaysız saf içgüdüler olduğu kolayca görülebilir. Başkaları tarafından 'tanınma' arzusu ile ilgili dikkate değer olan şey, duygusal veya akılsal terimlerle tarif edilen tanınmayla çok az ilgisi olmasıdır. “Hah, onu çok iyi tanırım’’ cümlesiyle bahsedildiğimiz geniş bir tanıdık listesi oluşturabilmeye ve sokakta selam verdiğimiz kişilerin yarısının tanıdığımız kişiler olmasına can atarız. Seçkin arkadaşlar ve hayranlık uyandıran tanınmışlık en çok arzu edilen şeylerdir. Thackery¹, bir yerde okurlarından, Pall Mall’da² her iki kolunda birer dükle yürürken karşılanmanın her birine olağanüstü bir zevk verip vermediğini itiraf etmelerini ister. Fakat düklerin ve kıskanç selamlaşmaların olmadığı durumda ise hemen her şey işe yarayabilir. Yani bugün koca bir grup vardır ki, tek tutkuları isimlerini gazetelerde görmektir; hem de hangi başlık altında olursa olsun, - bir yere varma veya oradan ayrılma, kişisel hayat, röportaj, dedikodu hatta eğer daha iyi bir şey yoksa, bir skandal bile onlar için uygundur. Basında kötü şöhreti böylesine arzu edenlerin bir uç örneği sayılan Garfield’ın³ suikastçisi Guiteau, patolojik sınıfta değerlendirilebilir.

Gazeteler onun zihinsel ufkunu, zavallı adamın darağacında ettiği duasıyla sınırlar. Duasındaki en samimi ifadelerden birisi şöyledir: “Ah Tanrım! Bu ülkenin gazetelerinin sana ödeyecek büyük bir borcu var!”

Sadece insanlar değil, tanıdığım yerler ve şeyler de Benliğimi, tabir-i caizse mecazi bir anlamda sosyal olarak genleştirir. Fransız işçinin çok iyi kullandığı makinesi için söylediği şu sözdeki gibi: “O beni bilir”. Bu sebeple, hiç umursamadığımız kişilerin yine de peşinden koşarız; gerçekten çok büyük bir adam, birçok açıdan gerçekten titiz bir kadın, kişiliğini tüm kalbiyle hor gördükleri önemsiz kaba birinin gözünü kamaştırmak için başına bir sürü iş açar.

İster zihinsel, ister ahlaki, ister manevi olsun, ruhsal ilerlemeye yönelik her dürtü, terimin dar anlamıyla, ruhsal benlik-arayışı başlığı altına dahil edilmelidir. Bununla birlikte, ruhsal benlik-arayışının yaygın olarak kabul edilen dar anlamına, ölüm ötesindeki maddi ve sosyal benlik-arayışının da dahil edilmesi gerekmektedir. Muhammedî cennet yahut Hıristiyanlara özgü cehennem lanetlisi olmama arzusunun, talep edilen şeylerin maddiyatına kavuşmakla ilgisi tartışılmazdır. Daha olumlu ve hassas cennet görüşündeki taleplerin çoğunun, azizlerin, ölülerimizin dostluğu ve Tanrı'nın varlığı oluşu, en yüce türden sosyal taleplerdir. Bu kurtarılmış içsel doğa arayışı, burada ya da gelecekte, günahtan arınmışlık, saf ve temiz bir ruhsal benlik-arayışı olarak kabul edilebilir.

Benliğin yaşamıyla ilgili gerçeklerin bu kapsamlı dış incelemesi, farklı benliklerin rekabet ve çatışması hakkında bir açıklama yapılmaksızın eksik kalacaktır.

Farklı Benliklerin Rekabet ve Çatışması


Fiziksel doğa, birçok arzu nesnesiyle birlikte, seçimlerimizi, taleplerden sadece birine yönelik kısıtlar. Genellikle deneyimsel (ampirik) benliklerimden birinin yanında durup geri kalanından vazgeçme gereğiyle karşı karşıya kalıyorum. Aynı anda hem yakışıklı hem şişman ve iyi giyinen biri, harika bir atlet ve yılda bir milyon kazanan biri, keskin zekâlı, bon-vivant⁴ ve kadın avcısı olmanın yanı sıra filozof; hayırsever, devlet adamı, savaşçı ve Afrikalı bir kaşifin yanı sıra bir “şair” ve aziz olmam mümkün değildir. Bu benliklerimin tümünü yaşamam tek kelimeyle imkansızdır. Milyonerin işleri azizlerin işlerine ters düşecek; bon-vivant ve hayırsever birbirleriyle anlaşamayacaklar, filozof ve kadın avcısı ise hayat mücadelesi içinde aynı evi idare edemeyeceklerdir. Böyle farklı karakterler, hayatın başlangıcındaki bir kişi için mümkün olabilir. Ancak bunlardan herhangi birini yaşayabilmek için geri kalanı az çok bastırılmalıdır. Bu nedenle, en gerçek, en güçlü, en derin benliğini arayan kişi listeyi dikkatlice gözden geçirip kendisini kurtuluşa erdirecek bir tanesini seçmelidir.

Böylece diğer tüm benlikler sahte, gerçekdışı, sadece bu benliğin kıymeti gerçek hale gelir. Sadece bu benliğin utanç yüklü başarısızlıkları gerçek başarısızlıklar, sevinç yüklü zaferleri gerçek zaferlerdir. Bu, geride bazı sayfalarda üzerinde durduğum, zihnin seçici endüstrisi⁵ kavramım kadar güçlü bir örnektir. Zihnimiz, sürekli olarak, birçok şey arasından hangisinin gerçeğimiz olacağına karar verirken, buradaki birçok olası benlik veya karakterden birini seçer ve artık kendisi olarak kabul etmediği benliğin hiçbir başarısızlığından utanç duymaz.

Herkesin dövebileceği şuradaki zavallı adamcağız pek hayal kırıklığı yaşamaz çünkü tüccarların söylediğine göre uzun bir süre önce kendi rızasıyla ununu elemiş eleğini asmıştır. Teşebbüs yoksa başarısızlık da yoktur; başarısızlık yoksa hayal kırıklığı da yoktur. Dolayısıyla dünyadaki benlik-hissimiz, tümüyle, kendi kendimize bir şeyler olmaya ve yapmaya çaba sarf etmemizle ilişkilidir. Bu, gerçeklerimizin farazî potansiyellerimize oranıyla belirlenir; isteklerimiz payda, başarımız ise paydır: Dolayısıyla, Benlik-saygısı = Başarı/İstekler. Böyle bir kesrin değeri, payı artırarak veya paydayı azaltarak da arttırılabilir. İsteklerden vazgeçmek, bir rahatlama sağlar; hayal kırıklığının devamlı, çaba göstermenin bitimsiz olduğu durumlarda insan hep isteklerinden vazgeçecektir. Hıristiyan teoloji tarihindeki günah, benliğe duyulan umutsuzluk ve selamet için dünya işlerinin terk edilmesiyle ilgili görüşler, isteklerden vazgeçmeye verilebilecek en derin örneklerdir hâlbuki hayatın her alanında başkalarıyla karşılaşırız. Kişinin belirli bir durumdaki hiçliği bir zamanlar iyi niyetle kabul edildiğinde, kalpte çok garip bir hafiflik belirir. Son acımasız 'Hayır' sözcüğü ile ayrılan sevgilileri düşündüğümüzde hepsinin durumu içler acısı değildir. Birçok Bostonlu, crede experto⁶ (ve korkarım ki, diğer şehirlerin sakinleri de) eğer herkes adına Müzikal Benliği sürdürme fikrini terk edip, seslendirdikleri dert senfonisini insanların duymasından utanmasalardı bugün daha mutlu kadınlar ve erkekler olurlardı. Genç olmayı arzu etmekten vazgeçtiğimiz gün ne kadar hoş - ya da narin! Tanrıya şükür! diyoruz ve bu yanılsamalar yok oluyor. Benliğe yüklenen her şey bir sorumluluk olduğu kadar gururdur da. İç savaşımız sırasında her kuruşunu kaybeden falanca adam, gururlanarak doğduğundan beri kendini bu kadar özgür ve mutlu hissetmediğini söyler.

O zaman, bir kez daha, kendimizi hissedişimiz, gücümüzde saklıdır. Carlyle'nin⁷ dediği gibi: "Karşılık talebinizi sıfırlayın, dünya ayaklarınızın altında olsun. Zamanımızın en akıllısı şöyle yazdı: Sadece feragatle, düzgün konuşarak hayatın başladığı söylenebilir."

Ne tehditler ne de istirhamlar, potansiyel veya gerçek benliklerinden birine dokunmadıkça bir insanı hareket ettiremez. Başkasının iradesine, sadece bu dokunuşla “tesir” edebiliriz. Siyasetçilerin, hükümdarların ve birilerine hükmetmek veya tesir etmek isteyenlerin tamamı, öyleyse, tüm temyizlerin dayanak noktası yapmak adına kurbanlarının en önemli öz-saygı ilkesini bulurlar. Fakat dış kaderine tabi olmaktan vazgeçip onu kendisinin bir parçası olarak görmeyi bırakan kişinin üzerinde gücümüzü hemen hemen yitiririz. Mutluluğun Stoacı reçetesi, kendi gücümüz dışında her şeyden önce, evvelâ kendimizi yoksun bırakmaktı – o zaman varsın gelsin kaderin cilveleri üzerimize. Epiktetos, Benliğimizi sıkmak ve aynı zamanda dayanıklı hale getirmek için bize şu öğüdü verir: “Öleceğim; peki, ama inleyerek mi ölmeliyim? Doğru gibi görünen şeyleri konuşacağım ve eğer sözü zorba alırsa o zaman seni infaz edeceğim ve şunları söyleyeceğim: ‘Sana ne zaman ölümsüz olduğumu söylemiştim ki? Sen kendi payına düşeni yapacaksın, ben kendi payıma düşeni yapacağım; öldürmek senin, cesurca ölmek benim; kovulmak seninken; benimki huzur içinde göçmek.’ Bir yolculukta nasıl davranırız? Kaptanı, denizcileri, zamanı seçeriz. Daha sonra bir fırtına gelir. Başka ne yapmam gerekir? Ben yapmam gerekeni yaptım. Artık mesele kaptanla ilgili. Ama gemi batıyor; o zaman ne yapmam gerekir? Yapabileceğim tek şey korkmadan, yaygara koparmadan veya Tanrı'yı suçlamadan, doğmuş olanın aynı zamanda öleceğini bilerek boğulmaya razı olmak.”

Bu Stoacı klişe, yerinde ve zamanında yeterince etkili ve kahramanca olmasına rağmen, itiraf edilmelidir ki, sadece yetersiz ve sevimsiz nitelikleri olan bir ruh haline tekabül etmektedir. Stoacı olmayan insanlar arasında da Benliği, dışlama ve inkar yoluyla korumanın çok yaygın olduğunu görüyoruz. Tüm dar görüşlü insanlar -kendilerini güvenli hissetmedikleri yerlerde, Ben'lerini sağlama alıp geri çekerler. Dar görüşlü insanlar kendilerine benzemeyen veya kendilerine ilgisiz davranan, üzerlerinde ve yaşamlarında hiçbir etki sağlayamadıkları kişilere, bu durum ne kadar sıradan olsa da, olumlu nefretten ziyade, ürpertici bir olumsuzlukla bakarlar. Bana ait olmayan her şeyi var oluşumdan dışlayabildiğim kadarıyla, şu insanlar sanki ben değilmiş gibi olacaklardır. Böylece benliğimin ana hatlarının belirli bir mutlaklık ve kesinlik içinde oluşu, içeriğinin küçüklüğü için beni teselli edebilir.

Duygudaş insanlar ise, dar görüşlülerin aksine, tümüyle genişleme ve kapsamanın zıt yönünde ilerlerler. Nil humani a me alienum⁸. Bu küçük kişiyi hor görsünler ve bana bir köpek gibi davransınlar, bedenimde bir ruhum olduğu sürece onlara karşı çıkmayacağım. Onlar benim kadar hakikilerdir. Sahip oldukları olumlu iyi olan ne varsa benim de olacaktır, vs., vs. Bu geniş tabiatların cömertliği çoğu zaman gerçekten de dokunaklıdır. Bu tür insanlar, her ne kadar hasta, kötü talihli, orta halli ve genel olarak yalnız olsalar da, henüz bu fevkalade dünyanın tümünün ayrılmaz parçaları olduklarını düşünürken derin bir vecd içinde olabilirler. Böylece Ego kendini gerçeklik içinde ya reddederek ya da kucaklayarak tesis etmeye çalışabilir. Marcus Aurelius'la birlikte "Ey Evren, dilediğin her şeyi diliyorum" diyebilen kişi, her türlü olumsuzluk ve engellenmişlik zerresinden arınmış bir benliğe sahiptir – bu kişi için rüzgar sadece yelkenlerini doldurmak için esebilir.

İçimizde hoşnut olduğumuz birçok şeyi başkalarında gördüğümüzde tiksinmemiz, doğamızın en garip yasalarından biridir.

Dipnotlar

¹William Makepeace Thackeray [1811-1863]: İngiliz yazar, gazeteci ve karikatürist.

²Pall Mall: İngiltere’de eğlence kulüpleriyle ünlü bir cadde.

³James A. Garfield: 1861–1863 yılları arasında görev yapmış Amerika Birleşik Devletleri başkanı.

⁴Bon-vivant: "İyi yaşayan", yani hayatın güzel şeylerinden hoşlanan bir kişiye atıfta bulunan bir Fransızca ifade. Bu ifade aşağılayıcı değil, aşırı hoşgörü duygusu taşır.

⁵Zihnin seçici endüstrisi (selective industry of the mind): İnsanların kişisel çıkarlarına uygun olarak algıladıkları uyaranları/deneyimleri anlamlı bulmaları ve tercih etmeleri.

⁶Experto crede: Latince’de deneyimli birine güvenmek anlamına gelmektedir. James’in bu terimi burada “tecrübeme güvenin” anlamına gelecek şekilde kullanmak istediğini düşünüyoruz.

⁷Thomas Carlyle [1795-1881]: İskoç asıllı, deneme, hiciv yazarı, tarihçi ve eğitmen.

⁸Nil humani a me alienum: “İnsanım insana ait olan hiç bir şey bana yabancı değildir” anlamına gelen
Kartacalı şair Terentius’a ait olan Latince söz.

Çeviren: Uzm. Psk. Gökhan Özcan





Yorumlar

Popüler Yayınlar