Güneş Patladığında
Bir sabah uyanıyorsunuz ve medyadan, dünyanın dört bir yanında aynı haberin büyük bir hızla ve endişeyle yayıldığını öğreniyorsunuz: ‘’Bir hafta içinde, bugünden itibaren, belirsiz bir zamanda, belki ansızın, güneşin infilak edeceği söylentisi NASA tarafından doğrulandı!’’
Kıyametin kopacağını sabah mahmurluğunuzu henüz atamamış bir halde, sosyal medyada dolaşırken öğreneceğinizi aklınızın ucundan bile geçirmediğinize neredeyse eminim. Ama doğru bir haber bu. Hakikat ortada: Belki tam şu anda, belki iki, belki üç gün sonra. Belki uykuda, belki dışarıda, belki yalnız, belki ailenizle: Güneş infilak edecek!
İşleri sizin için biraz daha netleştirmeye çalışmak istiyorum: Daha önce bir kaza, birinci dereceden yakınınızın vefatı, binlerce kişinin öldüğü bir doğal afet ile ilgili bir haber almış olabilir yahut yakın ölüm deneyimi dahi yaşamış olabilirsiniz. Fakat bu böyle bir şey değil; evreni ve içerisinde yaşayan, yaşamayan her şeyi birkaç saniye içerisinde sonsuza dek kül edecek büyük bir patlamadan bahsediyoruz! Umarım bunun dehşetini az da olsa kavrayabilmişsinizdir. Sorum şu: Ne yapardınız? Evet, tam da bu bilgiyi öğrendiğiniz o saniyede aklınızdan ilk ne geçerdi? Bunun cevabını verirken aklınıza ilk gelen yanıtı önemsemenizi öneririm. Çünkü sonradan vereceğiniz yanıtların entelektüel savunmalarınızdan kaynaklanabileceğini düşünmekteyim. Yanıt zihninizde oluştuysa, verilebilecek muhtemel birkaç yanıtın fenomenolojisine odaklanalım.
‘’İntihar ederim.’’
Bu yanıtın sahibi olan benlikler, patlamanın yaratacağı dehşeti, parçalanmayı deneyimlememek adına kendi benliklerini kontrollü, iradi bir şekilde sonlandırmak istemekteler. Bu bir kaçış mıdır? Belki. Ama nereden nereye bir kaçış? Korkulan, kendisinden kaçılan şey, mutlak, gürültülü bir yok oluşu getirecek olan güneşin infilakı. Sığınılan yer ise intihar; yani başka bir yok oluş. İnsan kaçındığı bir yok oluşla yüzleşmemek adına neden başka bir yok oluşa sığınır? İntihar öyleyse bir paradoks mudur? Yanıt vermekte aceleci etmeyelim. İntihar eden benliğin temel fenomenolojisini anlamaya çalışmaya devam edelim.
Eğer yanılmıyorsam, intihar eden kişi ‘’belirsiz bir bekleyişe’’ tahammül edememiş, bekleyişi intiharla sonlandırarak belirsizliği ‘’belirli kılmaya’’ çalışmıştır. Bekleyiş ve belirsizlik, benlik için gerçekten de zor bir bilinç durumudur. Öyleyse intihar, bekleyişin yarattığı huzursuzluğu sonlandırma eylemi midir?
‘’Ailemin yanına giderim.’’
Toplumu parçalarına ayırdığımızda elimizde kalacak ‘’çekirdek bütün’’, aile olacaktır. Son zamanlarını ailesinin yanında geçirmeyi arzulayan benlikler, tek başınalıklarını çekirdeklerine geri dönerek birlikteliğe, bütünleşmeye çevirmek istemekteler. Yakın birliktelikler, dehşet, kaygı, hüzün, acı gibi olumsuz içeriğe sahip duyguları sindirmemize yardımcı olmaktadır diyebilir miyiz? Füzyon (kaynaşma) halinde ‘’ben’’ diyebileceğim bilinç hali net bir şekilde belirginleşmiş değildir. Kaynaştığımda birine kaynarım; onda erir yok olurum. Eğer ‘’ben’’ yoksam, ben’de hissedeceğim duygular da yoktur. Bu duygular en azından artık ‘’biz’’ için geçerlidir. Ben’den biz’e geçmek, çekirdekle geliştirdiğimiz geçici kaynaşmalar, bizi ilk seçenekten yani intihardan koruyan, bizi yaşama(ya) eklemleyen bir benlik durumudur diyebilir miyiz?
‘’Yapamadıklarımı yaparım.’’
Yaşam bize tüm nesnelerini sunmaz; sunsa bile bedenlenmiş kendiliğimizin yetersizliği tüm nesnelere yatırım yapmamıza imkan vermez. Öyleyse yaşamda bitmemiş ve gerçekleşmemiş bir sürü meselemiz vardır ve olacaktır. Güneş patlamadan önce yapamadığı şeyleri bir an önce gerçekleştirmek isteyen benlikleri, ‘’arzu-korku’’ sarkacı ile anlamaya çalışabiliriz. Arzu-korkunun psikanalitik çağrışımlarını bir yerde bekleterek, fenomenolojik bir iz sürüşe devam edelim.
Yapılması arzu edilen şeyler, ilk elde, henüz gerçekleşmeyen ve aynı zamanda gerçekleşmemesinden de korkulan şeylerdir. Tam da bu korku, patlama öncesinde bazı kişileri eyleme itmiştir. Buradan hareketle, ‘’arzu-korku’’ sarkacının yaşandığı benliğin ‘’eylem açlığı yaşayan benlik’’ olduğunu da iddia edebiliriz. Eylem, arzuyu gerçekleştirerek korkuyu azaltır ve benlikte açık kalmış kapıları kapatır.
‘’Bir orman, nehir kenarı vb. doğal bir yerde patlamayı beklerim.’’
Doğaya kaçan benliklerin fenomenolojisinde aileye yani çekirdeğe dönerek bütünleşmeyi arzulayan benliklerin fenomenolojisine rastlıyoruz. Bir dönüş var burada da: Bu sefer insanî çekirdeğe değil; evrensel çekirdeğe, doğaya. Doğanın, sembolizme girişmeye hiç gerek kalmaksızın, ilksel bir bütünleşme nesnesi olduğunu kolayca teslime edebiliriz. Emekli olacak kişilerin bahçeli ev arzularını, pikniğin o büyüsel havasını, şehir merkezlerindeki parkların işlevselliğini, ‘’toprak ana’’ ‘’matter-mother’’ (madde-anne) deyişlerini düşünelim.
Doğaya kaçmak, bir sığınıştır. Sığ-ınmak, bulunduğu zamana, mekana ve duruma sığ-amayan benliğin eylemidir. Doğa, bilinç için aynı aile gibi kucaklayıcı, kapsayıcı, sakinleştirici ve onarıcı bir işleve sahiptir.
Yaşam bize tüm nesnelerini sunmaz; sunsa bile bedenlenmiş kendiliğimizin yetersizliği tüm nesnelere yatırım yapmamıza imkan vermez. Öyleyse yaşamda bitmemiş ve gerçekleşmemiş bir sürü meselemiz vardır ve olacaktır. Güneş patlamadan önce yapamadığı şeyleri bir an önce gerçekleştirmek isteyen benlikleri, ‘’arzu-korku’’ sarkacı ile anlamaya çalışabiliriz. Arzu-korkunun psikanalitik çağrışımlarını bir yerde bekleterek, fenomenolojik bir iz sürüşe devam edelim.
Yapılması arzu edilen şeyler, ilk elde, henüz gerçekleşmeyen ve aynı zamanda gerçekleşmemesinden de korkulan şeylerdir. Tam da bu korku, patlama öncesinde bazı kişileri eyleme itmiştir. Buradan hareketle, ‘’arzu-korku’’ sarkacının yaşandığı benliğin ‘’eylem açlığı yaşayan benlik’’ olduğunu da iddia edebiliriz. Eylem, arzuyu gerçekleştirerek korkuyu azaltır ve benlikte açık kalmış kapıları kapatır.
‘’Bir orman, nehir kenarı vb. doğal bir yerde patlamayı beklerim.’’
Doğaya kaçan benliklerin fenomenolojisinde aileye yani çekirdeğe dönerek bütünleşmeyi arzulayan benliklerin fenomenolojisine rastlıyoruz. Bir dönüş var burada da: Bu sefer insanî çekirdeğe değil; evrensel çekirdeğe, doğaya. Doğanın, sembolizme girişmeye hiç gerek kalmaksızın, ilksel bir bütünleşme nesnesi olduğunu kolayca teslime edebiliriz. Emekli olacak kişilerin bahçeli ev arzularını, pikniğin o büyüsel havasını, şehir merkezlerindeki parkların işlevselliğini, ‘’toprak ana’’ ‘’matter-mother’’ (madde-anne) deyişlerini düşünelim.
Doğaya kaçmak, bir sığınıştır. Sığ-ınmak, bulunduğu zamana, mekana ve duruma sığ-amayan benliğin eylemidir. Doğa, bilinç için aynı aile gibi kucaklayıcı, kapsayıcı, sakinleştirici ve onarıcı bir işleve sahiptir.
‘’İbadet ve dua ederim.’’
Herhangi bir dine bağlılığı olan benliklerin verebileceği cevaplardan biri olabilir. Kendimiz dışındaki ve bizden daha yüce olan bir varlığa sığınmak bilincin en bilindik yanıtıdır. Bunu sadece bir yanıta indirgemeyelim. İnanmak ve inanılan şey tarafından kapsanma, korunma arzusu daha kapsamlı ve kompleks bir bilinç halidir.
Herhangi bir dine bağlılığı olan benliklerin verebileceği cevaplardan biri olabilir. Kendimiz dışındaki ve bizden daha yüce olan bir varlığa sığınmak bilincin en bilindik yanıtıdır. Bunu sadece bir yanıta indirgemeyelim. İnanmak ve inanılan şey tarafından kapsanma, korunma arzusu daha kapsamlı ve kompleks bir bilinç halidir.
Bu yazıyı hala okuyorsanız, siz neler yapardınız, bunu düşünmenizi ve mümkünse bu yazının altına yorum olarak yazmanızı öneririm. Yanıtınızın yukarıdaki kategorilerden birine girmesi gerekmiyor.
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder