Kendimizde Başkasına Yer Açmak
İnsan, ödünç aldığı araçlarla yine ödünç ve yabancı olan, yani başkalarına ait olan toprağı kazmaya başlar. Sonra ansızın kendini tanımadığı, hiçbir yerden gelmemiş bir şey karşısında bulduğunda, korkar ve sendeler: İşte bu bulduğu, kendi özüdür.
Elias Canetti, Sözcüklerin Bilinci
Yeterince anlayamadığı/anlamak istemediği için karşısındakini üzen birini uyarırken empatiden söz ederiz. Deriz ki ‘empati yap’, ‘empati kur’ ya da ‘empatik ol’. Empatiye uygun gördüğümüz fiilleri [yap/kur/ol] seçerkenki acemiliğimizden, empati kavramını henüz derinden kavrayamamış olduğumuzu çıkarsamak pek de zor olmasa gerek.* ‘Duygudaşlık’ şeklindeki tercümesiyse empatiyi tam olarak karşılayamamasının dışında günlük kullanım konusunda da yetersizdir [‘benimle duygudaş ol’ diyen birini şu ana dek, şahsen, hiç duymadım].
Empatiye, sadece psikoloji disiplini içerisinden değil, farklı disiplinlerin içerisinde yetişen birçok düşünür de farklı tanımlamalar getirmiştir. En yanlışı ise hiç şüphesiz bizdeki meşhur olan tanımıdır: ‘’Kendini başkasının yerine koymak.’’ Empati kesinlikle böyle bir şey değildir. Çünkü özne kendinden dışarı çıkabilmeye müsait bir varlık değildir. Kişi kendi benliği dışına bir başkası için çıkamaz. Çıksa bile buna empati diyemeyiz.
Empati, en başta bizde, kendi bedenimizde yaşanan bir ilişki imkanıdır. Evet, başkasıyla ilgilidir bu duygu ancak başkasında yaşan(a)maz. Empati, her öznenin kendi benliğinden dışarı çıkamaması gerçeğiyle, yani yaşamın zorunlu ayrık-sı doğası ile ilgilidir. Empati, ötekinin bedeninde hissedemediğimiz için kendi bedenimizde onun gibi hissetme çabasından başka bir şey değildir. Ama empati, üstesinden gelmek istediği bu ayrıksılığı kaçınılmaz olarak her seferinde tekrar üretir ['Bir türlü 'o' olamıyorum!' hissi]. Şu haliyle empati, bir 'arzu duygusu'dur. Çünkü ne yaparsak yapalım, ötekinin hissettiğini anladığımızı hayal ederken hep onunkinden başka bir şey hissederiz.
Empatinin olmazsa olmaz şartı, ötekinin duygusunun bir izinin mutlaka bende de mevcut olmasıdır. Eğer bende de karşımdakine yakın bir suçluluk duygusu mevcutsa söz gelimi, işte o zaman karşımdakini kendimde hissedebilirim ve empatik olabilirim, ancak aslı karşımdaki kişiye ait olan duygu bende yoksa karşımdakini sadece bilişsel düzeyde anlamakla sınırlı kalırım. Tam bir tanımlama denemesi yaptığımızda denebilir ki, empati ötekini kendimde, ötekinin duygusunun bendeki izdüşümü nispetinde, hissedebilme becerisidir.
Psikanaliz eleştirisi yapanların müşterek hatalarından biri psikanalizi sadece Freud’dan ibaret zannetmeleridir. Hâlbuki psikanaliz Freud’tan sonra birçok dala ayrılarak daha da zenginleşmiştir. Bu dallardan birisi Heinz Kohut’un kurucusu olduğu Kendilik Psikolojisi ekolüdür. Bu yazıda izini süreceğimiz metin, Kohut’un seçme makalelerinin derlendiği, önsözünü Yavuz Erten’in yazdığı İthaki Yayınlarından çıkan Psikanalizin Öteki Yüzü: Heinz Kohut isimli kitap; ana temamız ise empati kavramı olacaktır.
Kendilik Nesnesi
Her kuramın bazı başat kavramları vardır. Kendilik psikolojisinin başat kavramı "kendilik nesnesi"dir. Kohut’un derinlik-psikolojisinde kendilik nesnesi, kendiliğimizi oluşturan parçalara tekabül eder. İlk elde bize bakım veren kişiye/kişilere bağlanırız ve onları kendilik nesnelerimiz haline getiririz. Kendilik nesnemiz bize dünyayı ve nesnelerini tanıtan kişidir. İleride her ne kadar değişecekse de formül belli bir dönem ‘kendilik nesnesi = dünya = kendilik’ şeklindedir.
Söz gelimi bir tur ile Japonya’ya gidiyorsunuz. Seçtiğiniz tur şirketinin henüz Türkiye’de ne kadar berbat bir şirket olduğunu fark ediyorsunuz. Japonya’ya varır varmaz kalitesiz bir otele yerleştiriliyorsunuz. Sizi Japonya’nın en gereksiz yerlerinde dolaştırıyorlar. Öfkeleniyorsunuz. Cüzdanınız çalınıyor. Yemekler de berbat. İlk uçakta ayrılmak isteseniz bile hiç paranız kalmadı. Bu saçma gezi tamamlanmalı; başka çareniz yok. Kendilik nesneniz eğer bu örnekteki berbat tur şirketi gibiyse, Japonya yani dünya ve onun içindekiler size berbat görünecektir. Tam tersini düşünmek de mümkün. Çok keyif aldığınız bir Japonya gezisini size mümkün kılan tur şirketini büyük ihtimalle başka kişilere de önerirsiniz.
Kohut iki tür kendilik nesnesi tanımlar: Aynalayan kendilik nesnesi, çocuğun doğuştan getirdiği mükemmellik, değerlilik hissine yanıt ve onay verir; idealize edilmiş ebeveyn imagosu ise kendisine hayranlık duyulan, çocuk tarafından yanılmaz özneler olarak tasarlanan kişilere yönelik olarak oluşturulan kendilik nesnesidir. O zaman çocuk Kohut’a göre hem varlığının saf bir biçimde onaylanmasını, hem de hayran olacağı birisini/birilerini arzular.
Her insan biriciktir ve bu sebeple her insan tekinin kendiliği/benliği de biriciktir; kendine özgüdür. Kültürel müdahaleler her ne kadar bizi eşitlemeye çalışsa da her birimizin kendiliğinde farklı bir ton mevcuttur. Yaşamda her şey yolunda gitmeyebilir. Kendimize özgülüğümüz ve varlığımız kendilik nesnelerimiz (anne-baba, kardeş, arkadaş vb.) tarafından tanınmayabilir ve çevremizde hayranlık duyabileceğimiz birilerini bulamayabiliriz. Söz gelimi depresif bir annenin, çocuğu bakmaya gücü yetmeyebilir. Paranoid bir baba, çocuğuna güvenilmeyecek bir dünya sunabilir. Patolojik kıskançlık duyguları içinde debelenen bir kardeş bize hayatı dar edebilir. Zorba arkadaşlar tüm enerjimizi düşürebilir. Hasarlı kendilik nesneleri çocuğun kendiliğini de hasarlar. Başkası için basit bir çözümü olan bir sorun hasarlı bir kendiliği dağıtabilir. Ulaşılması kolay bir zafer, hasarlı bir kendiliğe imkânsız görünebilir. İşte empati, kendilik nesnelerimizin insafına kalmış bir çerçeveye tutturulmuş bir imkandır. Bizi kapsayan, "varlayan" bir çerçeve, kişilik ve vicdan gelişimimize olumlu katkılar sunarken; bizi dışlayan ve "yoklayan" bir çerçeveyse kişiliğimizi sömürür ve yaşamımızı trajikleştirir.
Katil Oedipus versus Empatik Odysseus
Freud’u Freud, psikanalizi psikanaliz yapan Oedipus, pek meşhur bir mittir. Babası, oğlu Oedipus’un büyüdüğünde kendisini öldüreceği bilgisini kâhinden öğrenir öğrenmez hizmetlilerinden birine Oedipus’u öldürmesini emreder emretmesine ama hizmetli küçük bir çocuğa kıyamaz ve onu bir adama verir. Oedipus bir gün gerçeği öğrenir ve gerçek ailesini bulmak için yola çıkar. Yolda bir arabacıyla tartışır ve arabada kim var kim yok öldürür. Bir şehre varır ve bu şehirdeki bir ifriti öldürerek şehrin krallığına layık görülür ve dul kraliçeyle de evlenir, çocukları olur. İşte trajedi: Arabanın içinde öldürdüğü kişi babasıdır; evlendiği kraliçe ise annesi. Freud bu miti annesini babasıyla paylaşamayan rekabetçi erkek çocuğun duygularına teorik bir dayanak noktası yapmıştır.
Kohut, empatiyi ele alırken öncelikle Freud’un Oedipus mitinin karşısına başka bir miti; kral Odysseus’u çıkarır. Kral Oedipus kendisinden saklanan bir gerçeğin [babasını öldürüp annesiyle evlenmesi] trajik kurbanı olmuştur. Kohut ise, Oedipus, yani bir trajik özne ile özdeşleşmemizin çok güç olduğunu iddia eder ve Odysseus’un hikayesini anlatmaya koyulur.
Homeros’un öykülemesine göre, Yunanlılar Truva seferine çıkmaktadırlar ve savaşa asker aramaya koyulmuşlardır. İthaka’nın genç bir eşe ve yeni doğmuş bir çocuğa sahip kralı Odysseus, savaşa gitmeye pek gönüllü değildir. Yunan devletinin elçileri savaş tebliğine geldiklerinde Odysseus deli taklidi yapar. Delegelerden biri yine de ondan şüphelenir ve Odysseus’un deliliğini test etmek ister. Odysseus tarlada saban sürmektedir; delege Palamedes Odysseus’un oğlu Telemakhos’u tutar ve sabanın önüne fırlatır. Odysseus büyük bir çelişki içinde kalmıştır. Ama oğluna kıyamaz ve yarım saban çizer; oğlunun ölmesine izin vermez ama bu sefer de deli olmadığı ortaya çıkmış olur. Oğlunun katledilmesini isteyen bir baba yerine oğlu için yarım saban çizen empatik baba Odysseus! Kohut, Odysseus mitinde açılmakta olan bir kaderi ve benliği yani empatiyi keşfeder: Karşılıklı öldürme arzusu yerine arkadan gelen kuşağın sonra gelecek kuşağı destekleme önceliğini.
Eğer anne baba, çocuğun duygusunu aynalayamıyorsa ve empatik özdeşleşme talebinde bulunan çocuğun duygusunu yankılayamıyorsa, işte o zaman Oedipus miti tecelli eder; çocuğun yeni yeni filizlenmeye başlayan şefkati dağılır ve derinlerine düşmanlık tohumları ekilmiş olur. Çünkü Oedipus her şeyden önce ebeveyni tarafından reddedilmiş bir çocuktur. Ancak Odysseus’un oğlu Telemakhos’un varlığına yönelik ortaya koyduğu empatik yaklaşım [yarım saban çizmesi], Telemakhos’u Oedipus’tan ayırt edecek; onu bir trajik kahraman değil; sağlıklı kendiliğe sahip bir özne yapacaktır.
Dedektiflik Empatisi versus İyileştirici Empati
Odysseus’ta olduğu gibi her kendiliğin çekirdeğinde empati mevcuttur. Ancak Kohut empatiyi günümüzdeki kullanımından daha farklı bir şekilde anlar. Empati ona göre ne sezgisel bir durum ne de şefkat vb. duygulara indirgenebilecek bir kapasitedir. Empati Kohut’a göre daha ziyade zihinsel bir eylemdir. İnsanın içsel yaşamına hassas-ayarlı bir gözlem tarzıdır. Empatiyi temel olarak ikiye ayırır. Empati ilk olarak bilgi toplama eylemidir [‘dedektiflik empatisi’]. İkinci kategoride ise empati, insanlar-arası güçlü duygusal bir bağdır [‘iyileştirici empati’]. Kohut empatiyi her zaman olumlu bir şey olarak görmez kısacası. Bombaladıkları Yahudilerin daha fazla korkmalarını sağlamak amacıyla uçaklarına siren sesi monte eden Naziler’in empatisi olumsuz yönlüdür ancak eninde sonunda zihinsel bir kapasite olarak empatidir. Annenin düşen çocuğunun duygusunu anlayabilmesi ve ona göre bir tepki geliştirmesini sağlayan şey iyileştirici empatidir. Varlığımızı hem olumlayan hem olumsuzlayan şey, empatidir. Şöyle bir gerçek de vardır: Olumsuz yönelimli bir empati, empatisizlikten daha iyidir. Çünkü sosyal bir hayvan olan insan, kayıtsızlığa/ilişkisizliğe hiçbir şekilde katlanamaz. Olumsuz da olsa varlığının onaylanmasını talep eder.
Son
Empati, nihayetinde bizi biz yapan çekirdeğin kendisidir. Yeryüzünü cehenneme çeviren kötülüğümüz ise empatiye nazaran ikincil gerçeğimizdir. En silik/otistik benlik bile ilişkisizliğe tahammül edemez; öyleyse empati, yaşam sürdükçe bizim için mümkün olan biricik ilişki ve hissediş potansiyelidir.
*Bence ‘empatik olmak’ sözcüğü, en uygun kullanımı sunmaktadır. Engin Geçtan’ın bir zamanlar yazdığı gibi: "Empati, yapılan bir şey değildir."
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder