Melankoli Üzerine Notlar
James Tissot, A Passing Storm, 1876 |
Yeryüzündeyiz ve bunun bir tedavisi yok.
Samuel Beckett
Yas ve Melankoli, Freud’un 1915 yılında seri metapsikoloji metinleri kaleme almaya başladığı dönemin bir ürünü olarak 1917’de yayımladığı en önemli makalelerinden birisidir. Freud, bu yazı serisi içerisinde yer alan bazı makaleleri savaş bittikten sonra yok eder. Yas ve Melankoli makalesi şanslı sayılabilir bu nedenle. Ya da bize ulaşabildiği için kendimizi şanslı sayabiliriz. Bu metin, aynı zamanda, Freud’un 1921’de yayımlayacağı Kitle Ruhsallığı ve Ben Çözümlemesi’nin de bir habercisi sayılabilir. Freud’un savaş sonrasında toplum ruhsallığı meselelerinde ivme kazanan bir çalışma temayülünde bulunduğunu görürüz. Savaş, onu hem bir insan hem de bir düşünür olarak etkilemiştir çünkü. Bu nedenle kendi melankolik durumunu bir fırsat olarak değerlendirip, bunu kavramsal bir çerçeveye oturtma avantajını elden kaçırmak istememiştir.
Freud Yas ve Melankoli’de evrenselci bir iddiada değildir. Yaptığı çözümlemeler a-tipik bir hasta grubunu ilgilendirmektedir ona göre. Freud her ne kadar böyle bir iddiada bulunsa da, yas ve melankoli kavram ve olgularının derin tarihselliği, Freud’un bu tevazusunu yersiz çıkaracak türdendir. Yas ve melankoliye dair kavram literatürü zamanla değişmiştir: ‘acedia, melancholia, depression’ gibi. Ancak baki olan, tüm bu olguların çekirdeği varsayacağımız o kekre tat, hüzün duygusudur.
Patolojik olan/olmayan hüzün duygusu üzerine kaleme alınan metinler, geniş bir bibliyografya çalışmasını hak edecek hacme sahiptir hiç şüphesiz. Bu bibliyografyayı Hipokrat-Galen tıbbının, melankolinin oluşumunu birtakım vücut sıvılarının düzensiz salınımına bağlayan anlayışı ile başlatmak çok da yanlış olmayacaktır. Kara safranın fazla salınımı ve karaciğer ile ilintilendirilen melankoli, şu haliyle, İslam metinlerinde ‘ahlât-ı erbaa’ olarak karşımıza çıkan Antik Yunan’daki humoral patoloji teorisine dayandırılabilir. Okuma alanımızı genişletirsek, melankoliye yapılan bu beden eksenli izahların Hipokrat-Galen tıbbı ile sınırlı kalmadığını görürüz. Söz gelimi, Kitab-ı Kadim’de, لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ (Beled, 4) âyetinde geçen ‘kebed’[كَبَدٍ] kelimesi, sözlükte 'karaciğer' demektir. Hatta karaciğer sancısı çeken kimseye Araplar 'kebid' demektedir. Âyetin tefsirinde ise ‘kebed’ kelimesi 'meşakkat, zorluk' olarak açıklanır. Yani insan, Elmalılı Hamdi Yazır'ın mükemmel ifadesiyle 'inleten' bir meşakkat içinde yaratılmıştır. Dostoyevski, Yer Altından Notlar romanının ilk cümlelerinde ''Ben hasta bir adamım… kötü bir adamım. suratsız bir adamım ben. Galiba karaciğerimden zorum var.'' der. Dostoyevski’nin ‘karaciğer’ üzerinden kurduğu açıklama ile yer altı adamının melankolik mizaçlı biri olduğunu ilk sayfalardan itibaren anlamaya başlarız. Gündelik dildeki "Ciğerim yandı" deyimi de yine yoğun sıkıntılı sarsıcı durumları ifade etmek için kullanılır.
Karaciğer-melankoli çağrışımının bu denli kuvvetli olmasına şaşmamalı. Freud’u belki de, yas ve melankoli üzerine konuşan son düşünürlerden biri olarak görmeliyiz. Üstelik okumamızı biraz daha genişletmeye kalkıştığımızda, Freud’un metapsişik çözümlemelerine yaklaşan cümlelerle karşılaşmak da çok mümkündür. Kindî, melankoliyi ‘’Sevilen nesneleri kaybetmekten ve elde edilmesi talep olunan nesnelere ise ulaşamamaktan kaynaklanan nefsani acıdır.’’ [İnne’l hüzne elemun nefsaniyyun ya’ruzu li-ıqd’il-mahbubat ve fevt’il matlubat] şeklinde açıklarken, Freud ise ‘’Daima sevilen bir kişinin veya onun yerine geçmiş olan vatan, hürriyet, bir ideal gibi bir soyutlamanın kaybına gösterilen tepkidir.’’ [Trauer ist regelmasig die Reaktion auf den Verlust einer geliebten Person oder einer an ihre Stelle gerückten Abstraktion wie Vaterland, Freiheit, ein İdeal usw.] tanımını uygun görmektedir. Freud ve Kindi melankoli hususunda şu noktada hem fikirdir: Melankoli hem kayıp hem de bir ulaşamayış, uzak düşüştür. Antik Yunan’dan, Hıristiyan teolojisine ve İslam metinlerine uzanan ve nihayetinde de çağdaş psikiyatride tanısal bir bağlama oturtulan melankoli kavram ve olgusunun zihinlerdeki yarattığı ortak paydayı görmek heyecan vericidir.
Freud, Yas ve Melankoli’ye ‘’Değil mi ki düşler narsisistik ruhsal hastalıkların normal yaşamdaki bir modeli olarak bize hizmet ettiler, öyleyse şimdi melankolinin doğasını, yasın normal duygulanımı ile karşılaştırarak aydınlatmayı deneyelim.’’ cümlesi ile başlatır. Anlıyoruz ki, Freud’a göre yas oldukça doğal bir süreçtir. Yasın oluşumunda öncelikle bir nesneye, daha sonra da bu nesnenin kaybına ihtiyaç vardır. Böylece nesnenin kaybıyla yas süreci başlamış olur. Melankolide de yine bir kayıp söz konusudur. Ancak bu kayıp, gerçek değil, düşsel bir kayıptır. Yasta nesnenin içi boşalırken, melankolide benliğin kendisi boşalır. Yas, zamanı yavaşlatır, melankoli ise durdurur, hatta yok eder.
Melankolik kişi bir kayıp yaşamış gibi davranır. Yaşanmamış acıları öngörüp bunları üstlenmek isteyebilir ve kendini sosyal yaşamdan tecrit edebilir. Çoğu zaman kişi, ‘ben’ diyebileceği, uyumlu, sağlam, bütüncül bir kendiliğin eksikliğini hisseder. Bu nedenle çoğu zaman ne kendini anlatabilir ne de anlaşılabilir. Psikoterapi seanslarında bu durumu çokça gözlemleriz. Kişinin kendine bile itiraf edemediği, gizil, perdelenmiş sırları vardır ancak bunu aynalayacak ve anlayacak bir kendilik bulamamıştır. Sessizliğin saygı gördüğü ender anlardan biridir bu.
Freud’a göre yasta kayıp nesne gidince, kişi tepkisini, onun yerine geçen şeylere sabitleyerek verir: Bir fotoğraf, daha önce gidilen bir yer, arda kalan bir kitap. Ancak melankolide, libido [ruhsal aygıt] kayıp nesneyle özdeşleşmiş olan Ben’e uzaklaşır. Bu içten içe bir uzaklaşmadır. Çünkü ortada bir kayıp yokken, kişi ancak kendi kendini yok etmeye girişebilir. Agamben Kayıp Nesne (2007) isimli makalesinde psikanalizin melankoliye getirdiği bu yorumu Hıristiyan rahiplerinin miskinliğe yaptığı eleştiriye benzetir. Miskinlik de melankoli gibi kaybedilmemiş bir iyilikten uzaklaşım, düşsel bir kayıptır ve çaresizliğin, hayal kırıklığının habercisidir.
Melankolide içsel zamanın akışı yavaşlamıştır. Kronolojik zamanın takibi bırakılmış, kendilik, dip akıntısının basınçlı uğultusunda askıda durmaktadır. Yardım istemek güçleşir çünkü konuşmak için yeterli bir soluk pratiği gerekir. Melankolide soluk alıp vermek de güçleşir. Konuşmak, karşılıklı kon-mak için ortada ne bir muhatap ne bir hitap ne de bir hatip bulabiliriz: Sonsuz bir bekleyiş hali.
Sonluluğumuzun mütemadiyen farkına varmaya çalışmakla beraber, yas ve melankolinin içerdiği acıyı fenomenolojik düzeyde kavrama çabası hem yası hem de melankoliyi katlanılabilir bir düzeye getirebilir. Çünkü her ikisi de yaşamın bir parçası olarak deneyimlenir ve insan bilinci tarafından yok edilemez. Nihayetinde Freud da bu makalede çözümleme yapıyor, reçete yazmıyor. Hayata ve ona özgül olan ağrıya reçete yazmak pek de mümkün değildir zaten.
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Freud Yas ve Melankoli’de evrenselci bir iddiada değildir. Yaptığı çözümlemeler a-tipik bir hasta grubunu ilgilendirmektedir ona göre. Freud her ne kadar böyle bir iddiada bulunsa da, yas ve melankoli kavram ve olgularının derin tarihselliği, Freud’un bu tevazusunu yersiz çıkaracak türdendir. Yas ve melankoliye dair kavram literatürü zamanla değişmiştir: ‘acedia, melancholia, depression’ gibi. Ancak baki olan, tüm bu olguların çekirdeği varsayacağımız o kekre tat, hüzün duygusudur.
***
Patolojik olan/olmayan hüzün duygusu üzerine kaleme alınan metinler, geniş bir bibliyografya çalışmasını hak edecek hacme sahiptir hiç şüphesiz. Bu bibliyografyayı Hipokrat-Galen tıbbının, melankolinin oluşumunu birtakım vücut sıvılarının düzensiz salınımına bağlayan anlayışı ile başlatmak çok da yanlış olmayacaktır. Kara safranın fazla salınımı ve karaciğer ile ilintilendirilen melankoli, şu haliyle, İslam metinlerinde ‘ahlât-ı erbaa’ olarak karşımıza çıkan Antik Yunan’daki humoral patoloji teorisine dayandırılabilir. Okuma alanımızı genişletirsek, melankoliye yapılan bu beden eksenli izahların Hipokrat-Galen tıbbı ile sınırlı kalmadığını görürüz. Söz gelimi, Kitab-ı Kadim’de, لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ (Beled, 4) âyetinde geçen ‘kebed’[كَبَدٍ] kelimesi, sözlükte 'karaciğer' demektir. Hatta karaciğer sancısı çeken kimseye Araplar 'kebid' demektedir. Âyetin tefsirinde ise ‘kebed’ kelimesi 'meşakkat, zorluk' olarak açıklanır. Yani insan, Elmalılı Hamdi Yazır'ın mükemmel ifadesiyle 'inleten' bir meşakkat içinde yaratılmıştır. Dostoyevski, Yer Altından Notlar romanının ilk cümlelerinde ''Ben hasta bir adamım… kötü bir adamım. suratsız bir adamım ben. Galiba karaciğerimden zorum var.'' der. Dostoyevski’nin ‘karaciğer’ üzerinden kurduğu açıklama ile yer altı adamının melankolik mizaçlı biri olduğunu ilk sayfalardan itibaren anlamaya başlarız. Gündelik dildeki "Ciğerim yandı" deyimi de yine yoğun sıkıntılı sarsıcı durumları ifade etmek için kullanılır.
Karaciğer-melankoli çağrışımının bu denli kuvvetli olmasına şaşmamalı. Freud’u belki de, yas ve melankoli üzerine konuşan son düşünürlerden biri olarak görmeliyiz. Üstelik okumamızı biraz daha genişletmeye kalkıştığımızda, Freud’un metapsişik çözümlemelerine yaklaşan cümlelerle karşılaşmak da çok mümkündür. Kindî, melankoliyi ‘’Sevilen nesneleri kaybetmekten ve elde edilmesi talep olunan nesnelere ise ulaşamamaktan kaynaklanan nefsani acıdır.’’ [İnne’l hüzne elemun nefsaniyyun ya’ruzu li-ıqd’il-mahbubat ve fevt’il matlubat] şeklinde açıklarken, Freud ise ‘’Daima sevilen bir kişinin veya onun yerine geçmiş olan vatan, hürriyet, bir ideal gibi bir soyutlamanın kaybına gösterilen tepkidir.’’ [Trauer ist regelmasig die Reaktion auf den Verlust einer geliebten Person oder einer an ihre Stelle gerückten Abstraktion wie Vaterland, Freiheit, ein İdeal usw.] tanımını uygun görmektedir. Freud ve Kindi melankoli hususunda şu noktada hem fikirdir: Melankoli hem kayıp hem de bir ulaşamayış, uzak düşüştür. Antik Yunan’dan, Hıristiyan teolojisine ve İslam metinlerine uzanan ve nihayetinde de çağdaş psikiyatride tanısal bir bağlama oturtulan melankoli kavram ve olgusunun zihinlerdeki yarattığı ortak paydayı görmek heyecan vericidir.
***
Freud, Yas ve Melankoli’ye ‘’Değil mi ki düşler narsisistik ruhsal hastalıkların normal yaşamdaki bir modeli olarak bize hizmet ettiler, öyleyse şimdi melankolinin doğasını, yasın normal duygulanımı ile karşılaştırarak aydınlatmayı deneyelim.’’ cümlesi ile başlatır. Anlıyoruz ki, Freud’a göre yas oldukça doğal bir süreçtir. Yasın oluşumunda öncelikle bir nesneye, daha sonra da bu nesnenin kaybına ihtiyaç vardır. Böylece nesnenin kaybıyla yas süreci başlamış olur. Melankolide de yine bir kayıp söz konusudur. Ancak bu kayıp, gerçek değil, düşsel bir kayıptır. Yasta nesnenin içi boşalırken, melankolide benliğin kendisi boşalır. Yas, zamanı yavaşlatır, melankoli ise durdurur, hatta yok eder.
Melankolik kişi bir kayıp yaşamış gibi davranır. Yaşanmamış acıları öngörüp bunları üstlenmek isteyebilir ve kendini sosyal yaşamdan tecrit edebilir. Çoğu zaman kişi, ‘ben’ diyebileceği, uyumlu, sağlam, bütüncül bir kendiliğin eksikliğini hisseder. Bu nedenle çoğu zaman ne kendini anlatabilir ne de anlaşılabilir. Psikoterapi seanslarında bu durumu çokça gözlemleriz. Kişinin kendine bile itiraf edemediği, gizil, perdelenmiş sırları vardır ancak bunu aynalayacak ve anlayacak bir kendilik bulamamıştır. Sessizliğin saygı gördüğü ender anlardan biridir bu.
Freud’a göre yasta kayıp nesne gidince, kişi tepkisini, onun yerine geçen şeylere sabitleyerek verir: Bir fotoğraf, daha önce gidilen bir yer, arda kalan bir kitap. Ancak melankolide, libido [ruhsal aygıt] kayıp nesneyle özdeşleşmiş olan Ben’e uzaklaşır. Bu içten içe bir uzaklaşmadır. Çünkü ortada bir kayıp yokken, kişi ancak kendi kendini yok etmeye girişebilir. Agamben Kayıp Nesne (2007) isimli makalesinde psikanalizin melankoliye getirdiği bu yorumu Hıristiyan rahiplerinin miskinliğe yaptığı eleştiriye benzetir. Miskinlik de melankoli gibi kaybedilmemiş bir iyilikten uzaklaşım, düşsel bir kayıptır ve çaresizliğin, hayal kırıklığının habercisidir.
Melankolide içsel zamanın akışı yavaşlamıştır. Kronolojik zamanın takibi bırakılmış, kendilik, dip akıntısının basınçlı uğultusunda askıda durmaktadır. Yardım istemek güçleşir çünkü konuşmak için yeterli bir soluk pratiği gerekir. Melankolide soluk alıp vermek de güçleşir. Konuşmak, karşılıklı kon-mak için ortada ne bir muhatap ne bir hitap ne de bir hatip bulabiliriz: Sonsuz bir bekleyiş hali.
***
Sonluluğumuzun mütemadiyen farkına varmaya çalışmakla beraber, yas ve melankolinin içerdiği acıyı fenomenolojik düzeyde kavrama çabası hem yası hem de melankoliyi katlanılabilir bir düzeye getirebilir. Çünkü her ikisi de yaşamın bir parçası olarak deneyimlenir ve insan bilinci tarafından yok edilemez. Nihayetinde Freud da bu makalede çözümleme yapıyor, reçete yazmıyor. Hayata ve ona özgül olan ağrıya reçete yazmak pek de mümkün değildir zaten.
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder