Psikozda Dünya



The Disappointed Souls, Ferdinand Hodler, 1892

"Yenilmek, zorunlu olarak kimliğin yitirilmesi anlamına gelmez. Yunus, balinanın karnındayken bile tamamıyla kendisiydi."

Ronald D. Laing

Tarih, güçlülerin yanında yazılmış ve yazılmaktadır. Basın işleri hep masraflı olmuştur çünkü. Masrafları karşılamaya yetecek paranızın olması esastır. Tarih güçsüzlerden bahsetse bile, zorunlu olarak iktidarın dolayımında bahseder. İsyankarları, emekçileri, kadınları tolere edemeyen tarihin, bir başka ezilen grubu olan akıl hastalarına da iltimas geçmesi elbette beklenebilir bir şey değildir.

Arno Gruen gibi söylersek, akıl hastaları, tembel, dik kafalı çocuklar ve gençler olarak kenara ittiğimiz başarısız bireyler, bize bir çıkış yolu göstermektedir. Onlar, canlı olma adına uyumsuz olabilmektedirler. Bizler ise özsaygımız ve kendimize verdiğimiz önemimiz yaralanmasın diye topluma, iktidara ivazsız garazsız teslim olmaktayız. Tarih, uyumun tarihidir o nedenle; uyumsuzun tarihi değildir. Normal olabilme, toplumla uzlaşabilme adına yapılanlar kötü işler, anormallerin uyumsuzluklarından kat be kat daha sorunludur.

Bu yazıda akıl hastalığına giden yolu ve insanın bilinciyle kurduğu ilişkinin, nasıl da dünya ile kurduğu ilişkiyle özdeş olduğunu Ronald David Laing’in Bölünmüş Benlik (1960) kitabı bağlamında, tarihin ve bilimin muktedir aktarımlarına tam bir sadakatsizlikle, anlatmaya çalışacağım.

Robert D. Laing: Psikoz literatüründe, insani yaklaşımları sebebiyle ayrıcalıklı bir yere sahip olan bir psikiyatrist ve psikoterapist. Bölünmüş Benlik kitabında, Varoluşçu bir eksende, etiketlemeden ve uçuk teorik varsayımlardan uzak, doğrudan hastanın ve yakınlarının cümlelerine kulak kesilmiş çıkarımlara yer veren fenomenolojik açıklamalar yer almakta. Laing, kitabın başında, psikiyatrinin muktediri konumunda olan biyolojik ve medikal yaklaşımların aleyhinde, ‘organizma ile kişinin’ birbirinden farklı olduğu vurgusunu yaparak, bir insana ulaşmanın yolunun, ilk başta onu dinlemek olduğunu iddia eder. Ardından psikozun kendine özgü bilinç ve duygu yapısını tasvire girişir. Araya konu ile ilgili vaka aktarımları sıkıştırır ve ne anlatmaya çalıştığını çok sade bir dille somutlaştırmaya çalışır.

İşitilmek

‘’Standart psikiyatrik hasta, standart psikiyatrist ve standart akıl hastanesinin işlevidir.’’ der Laing. Hastanın davranışları, biyolojik psikiyatrinin kurumsallaşmış bağrında sadece bir hastalık belirtisi, bir süreçler dizisi olarak görülmektedir. Psikotik hastaların bilinç dünyası, psikiyatrik tanı kitaplarında, ‘yitim, başarısızlık, eksiklik, uyumsuzluk’ gibi kelimelerle tasvir edilmektedir.

Bu tutum, mağdurun değil de failin yanında yer alan çok bilindik bir muktedir tutumudur: tanımlayıcı, mesafeli, kendinden emin ve sorumluluktan kaçınan bir tutum. [Kişi bir kez etiketlenmeye görsün. Bundan sonraki tutumları, o ilk oluşan algının süzgecinden bir türlü kurtulamayacaktır.] Harry Stack Sullivan’ın dediği gibi psikotik hasta her şeyden daha çok ‘’basitçe insan’’dır. Laing’e göre de, öncelikle ortada sahiplenilmesi, işitilmesi ve anlaşılması, daha sonra da tedavi edilmesi gereken bir insan, bir kişi, bir birey vardır. Hasta, en başta, tüm kategorilerden, teorilerden azade bir biçimde, sadece dinlenilmelidir. Hastanın belirtilerini birtakım patoloji sınıflandırmalarına göre değerlendirmek, onu dinlemenin yakınından geçmeyecektir. Psikiyatristin teorik bilgisi, hastayı birtakım tanı kriterleri içerisine yerleştirmek için değil, hastayı kendi varoluşsal konumunda, onun en başta bir insan olduğunu unutmadan, daha teknik dinleyebilmesine yardımcı olmak içindir.

Psikoz ve Gerçeklik

Yaşadığımız müddetçe, sürekli kendimize ve içerisinde bulunduğumuz dünyaya anlam vermeye çalışmaktayız. ‘Ben şimdi nasıl hissediyorum ?’ / ‘Benim hakkımda ne düşünüyorlar?’ / ‘Bir karar vermeliyim şimdi ama nasıl ?’ gibi cümleleri çok yakından bilmekteyiz. Akıl sağlığımızdan emin olmak pek kolay bir iş de değildir hani. Belki de bu soruları, kendimize delirmediğimizin kanıtlarını sunma adına soruyoruz. İnsanın bilinciyle kurduğu ilişki, anlaşıldığı üzere, sürekli güncellenmeye, onaya ihtiyaç duyar. Kendimizden ve dünyadan emin olmak, işlerin kontrolümüz altında gerçekleşip gerçekleşmediğini öğrenmek isteriz daima.

Akıl sağlığının bozulması, ilk işaretlerini bu soruların ciddi sorunlara sebep olmasıyla verir. Kendinizden bir türlü emin olamazsınız. Ağır bir korku hali yaşarsınız. Kendinizi başka birinin oynadığını düşünürsünüz. Dünya sadece bir ağrı ve tehdit olarak gelişir zihninizde. İşleri düzeltme adına çabalamanız, sadece daha dibe batışınızı müjdeler. Teknik tabirle, psikoz haline geçişi tasvir etmekteyiz aslında. Nevrozdan farklı olarak psikoz, gerçekliği test etme yeteneğinin kaybolmasına ve kişinin kendi kurduğu fantezisinin rengini alan bir iç gerçeklik inşasına dayanır.

Ontolojik Güven/sizlik

Laing’e göre bir insan ancak gerçek, yaşayan, bütün ve zamansal anlamda sürekli bir kişi olarak dünya içinde var olduğu hissine sahip olabilir. İnsanı, varlığından şüpheye düşmesine izin vermeyen bu süreklilik hissine birincil ontolojik güven diyebiliriz. Psikotik hasta tam da bu ontolojik güven konusunda zorluklar yaşamaktadır. Ontolojik güvensizlik kişiye kendini bir fazlalık, bir hiç olarak hissettirir. Kişi, doğmakla, dünyayı ve annesini kirletmiştir. Ontolojik anlamda güvensiz olan biri zorunlu olarak kendini dünya karşısında kirlenmiş, kirletmiş, çaresiz ve olabildiğine umutsuz hisseder. Tanrı tarafından kutsandığını, sevildiğini söyleyen bir şizofrenik çok görülmez bu yüzden. O, gerçeklikten bir anlamda kopuk bir şekilde, ya Tanrı’nın azabına çarptırılmış bir mücrimdir ya da Tanrı’nın kendisidir.

Laing’in insancıl görüşüne göre, burada psikotik hastanın yine de gerçeklikle irtibatını tam anlamıyla kopardığını söyleyemeyiz. Sadece dış dünya onu artık diğer insanlar gibi etkilememektedir; aksine daha çok etkilemektedir.

Bize anlamsız gelen davranışları, kendi bağlamında anlamlı olabilir. Artık pek rastlamadığımız mahalle meczuplarının da toplumsal uyumsuzlukları burada yatmaktadır. Kendi gerçekliklerine o denli kapanmaktadırlar ki, gösterdikleri davranışlar bir parodiden alınma taklitlerden öte gitmez. Bizim gibi davranmamaları yine de onların belki de bizden daha özgür bireyler olduğu gerçeğini değiştirmez. Ancak tüm bunlara rağmen, iç gerçekliğin bu denli yalıtılmasının anlaşılması gereken bir ve birçok sebebi vardır.

Yutulma

İnsanın dünya ile kurduğu ilişki, kendisiyle kurduğu ilişkiden beslenir. Eğer kişi özerk, kendinden ve varoluşundan emin, kendi çekirdeği ile yeteri seviyede uyumlu ise, dünya ile kuracağı temas da haz üretecektir. Ancak benlik çekirdeğinde savrulmalar, varoluşunun yitip gideceği, kendine ve başkalarına zulmedeceği ya da zulmedileceği endişesi mevcut ise dünya ile kuracağı ilişki bu sefer de haz değil acı üretecektir.

Şizoid kişiliğe sahip ya da psikotik bireyler için ya tam yalıtım ya da tam yitim [yutulma] mümkündür. Kişi, öteki ile her ne zaman bir ilişki başlatmak istese, başkası tarafından yutulacağı, kimliğinin yiteceği hissine kapılır. Bu hisse karşı geliştirilen savunma ise elbette yalnızlık ve geri çekilmedir. Psikotik birey bir yandan ilişki kurmanın özlemindedir; ancak bunun için her ne zaman adım atsa, benlik çekirdeğindeki bu savrulma harekete geçmekte ve kişi zorunlu olarak bu ilişkiden aşırı biçimde korkmakta, yiteceği düşüncesiyle geri adım atmaktadır. Psikotik bireylerin bu hissi tariflemelerine bakıldığında, ‘gömülmek’, ‘boğulmak’, ‘bataklığa saplanmak’, ‘soğuk ve kuru’, ‘ateş gibi’, ‘kuşatılmak’ sözcükleriyle karşılaşırız.

Doğru anlaşılmak, psikotik bireyler adına bahsettiğimiz kavranılma, kuşatılma ve tüketilme hislerini tebliğ ederken, yanlış anlaşılma bir parça da olsa emniyetlidir. O yüzden psikotik bireyin kendini ötekine doğru bir şekilde aktarma ihtiyacı yoktur. Varsa bile bundan aşırı biçimde korkar ve çağrışımsal, karmaşık konuşmaları tercih eder. Ötekinin sevgisi, nefretinden daha korkutucu hale gelir. Böylece kişinin çoraklaşmış benliği, yine çoraklaşmış bir dünya yaratır.

Taşlaşma

Dr. Laing’e göre psikotik bireyler için var olma hali, dehşet içerir. Dehşet, kronik bir endişe halinin garantileyicisidir. Psikotik birey, bu dehşeti daha az deneyimleme adına ötekinin kendisine ulaşma kanallarını kapamak ister. Kendini ötekinin karşısında taşlaştırır. Öznellik çekilir. Kişi kendini bir nesneye, en yalın teşbih ile bir taş parçasına dönüştürür ki, kendini bütün bir kişi-lik olarak hissetmesin. Ontolojik güvensizlik, yutulma hissini, taşlaşmayı ve yalnızlığı beraberinde getirerek kişiyi insani merak ve ilgilerinden uzak tutar. Deneyimin önünü kapatarak, kişiyi kendi yanılsamasında bir aziz yahut şeytan olarak hissetmesini sağlar. Zaten her şey kişinin kendini şeytan olarak hissetmemesi içindir. Kişi ne kadar çok yanılsama yaşarsa, geri çekilirse, o denli aziz olabilir.

Gerçeklik yetisini tam olarak kaybetmemiş şizoid bireylerin bazıları biyografik anlatılarında, annelerinin sadece bir amblemi olduklarını aktarmaktadırlar. Anne aşırı kayıtsızdır. Çocuğunun ihtiyaçları ve neşesi bir fazlalık olarak görülür.

Çocuk da kendini bir süre sonra içerisinde yaşadığı dünyada bir "artık" olarak deneyimler. Kendini kendisiyle cezalandırır ve kendine ihanet eder. Aslında kendisine ihanet eden annesiyken, o tüm suçları üzerine alır. Kendi kişiliği o kadar hafiftir ki, kendisiyle iletişim kurmak isteyen ötekiler hep ‘büyük ölçekli’dir. Öteki hep fazla tamamlanmıştır, şizoid bireye göre. Bu duygudurumun sürmesi elbette onu psikoza, aklın yarılmasına, gerçekliğin dağılmasına ve sonsuz bir devr-i daime hazırlayacaktır: yutulmaya ve taşlaşmaya.

Bahsedilen duygu geçişlerini hepimiz ara sıra yaşarız. Bazen içimiz daralır. Dünya kalbimizde infilak eder. Başkalarına lanetler okuruz. Taşlaşırız. Kalakalırız. Uykulardan dehşetler içerisinde uyanırız. Ama hiçbirinde de gerçeklik yetisini tam anlamıyla yitirdiğimiz söylenemez. Yaşadığımız sıkıntılı durum, geçicidir ve tekrardan bir sebeple, bir süre sonra tekrar doğruluveririz saplandığımız yerden. Psikotik bireylerin ayrıldığı nokta, bu sıkıntı halinin tekrarlayıcı, zorlayıcı ve daimi olmasıdır.

Son

Dr. Laing, akıl hastalığına varoluşçu düzlemden yaklaşan psikiyatristlerden sadece biri. Akıl hastalığının muktedir yorumlarından sakınmak isteyenlerin, Laing’in yanında, Wilhelm Reich, Gilles Deleuze, Eugenio Borgna, Arno Gruen, Paul Watzlawick, Ian Craib gibi yazarları da ihmal etmemelerinde fayda var.

Uzm. Psk. Gökhan Özcan

Yorumlar

Popüler Yayınlar