Kötülük Üzerine Çözümlemeler



İyiyi tanırız. Bize hiç yabancı gelmez çünkü onu çok yakından yani kendimizden biliriz. Ki bu sanının bir yanılsama olması işten bile değildir. Kötü ise fazla muğlak ve problemlidir. İyiliğin teklifi ve kabulü pürüzsüz işlerken, kötülük için aynı şeyi söyleyemeyiz. Kötülük en başta kendimizden uzak tutulması gereken bir şeydir. Yaşamın ilk aylarında öznenin acıktığında hissettiği dehşet halini bir düşünelim. Varlık ile yokluk arasında gidip gelir bebek. Anne memesi varoluş yaygarasının koptuğu bir mekan halini alır. Doyurmayan yahut sütünü esirgeyen meme kötü ilan edilir. O, bizden bir şeyler saklamıştır. Mahrum ve mağrurdur bebek. Kendisi iyidir, ama o, o kötü nesne (anne) yok mu?! 

Yaşam boyunca değişmeden kalan nadir şeylerden biri, kendisine kötülük isnat edilen benliğin bu isnadı karşısındakine geri göndermesidir. İlkel yaşam reflekslerinin yapışkanlığı pek de azalmaz hani. Bu açıdan, bebeğin kendini henüz "ben ve başkaları" olarak bile bölemediği zamanlardan kalan bir korunma güdüsüyle ilgilidir, kötülük meselesi. 

***  

Kötülük üzerine konuşulabilir, kötülük yapılabilir ama sanki kötülük anlaşılabilir bir şey değilmiş gibidir. Aynı cinsellik gibi. Cinsellik de yaşanabilir ancak pek de anlaşılabilir bir şey değildir. Cinselliğin bir güç olarak kullanıldığı ve dayatıldığı her yerde kötülük ‘ben de buradayım!’ diyecektir öyleyse. Her ikisi de türlü açıklama çabalarından alnı ak biçimde sıyrılacaklardır.

***

Kötülük elbette insanın sorunudur. Meseleyi bilince getirmek istiyorum. Bilincin kör noktası yoktur. Zaten bilincin kendisi koskoca bir kör noktadır. Kendi karanlığını dağıtacak güce sahip değildir. Kendisi zaten bizzat o karanlıktan teşekkül etmektedir. O zaman kendi arkasına geçemeyen bir şeyden bahsediyoruz. Bu kadarıyla yetinecek değiliz elbette. Bilinç her ne kadar bu denli karanlıktaysa da ağzı pek durmaz, konuşur hep. Kendini anlatır, sunar daima.

Karanlıkta olduğunu fark ettirmemek adına ışığı muhatabının gözlerinin içine tutar, büyüler, göze dolar, göz doldurur. Burada bir sakınca yatar: Bilinç kendini her sunuşunda, kendi kurgusal sunumuna kendisi de inanır. Azılı bir katilin, masumiyetine ciddi derecede inanç geliştirmiş olması pek muhtemelken, başka biri de suçluluk duygularından dolayı ölüp gidecekmiş gibi hissedebilir. Hepsi kendi karanlığımızla ne yaptığımızla ilgilidir.

***

Kötü, varlığın kendisine yönelmiştir. Aquinas'a göre var olmak, kendi başına iyilik halidir. Kötülük, gerçeklik kavramının ve var olmanın bir yönüne değil, doğrudan kendisine saldırır. Kötü, özgürlüğü imha etmenin özgürlüğüne saplantılı kişidir. Hücrelerini sonsuzluğa inandırmıştır. Fanilik bu yüzden midesini bulandırır. Çareyi de bizzat derdinde bulur. Kendisini yaratan enerjiye ve içerisinde konumlandığı gerçekliğe kafa tutar: Şeytan gibi. Kötülüğün bu şeytani boyutunu önemseyen tonlarca yapıt vardır. Hepsinin başrolünde bir trajedi kahramanı oynar. Özgür olmanın, bağımlılıkla çok yakından ilgili olduğunu kabullenememek bir trajedidir çünkü. Bağımlılık, kötü olan kişi için başlı başına trajik bir şeydir. Kötü, kendindeki kötülüğü sonuna kadar dışarıya tahliye ettiğinden, dışarıda bağ kurabileceği iyi (!) bir şey göremez. İyilik de yansıtılan bir şeydir pekala ve tüm ilişkilerimizin tutkalıdır. Kötü, bu tutkalı heba eder. Emin olabildiği tek dünya olan kendi dünyasını hiçlikle karıştırır. En başta kendisiyle bağ kuramaz. Çünkü bu acı veren bir eylemdir. Bu nedenle kendisinin haricinde tek alternatif vardır: Hiçlik. Hiçlik de acıtan bir şeydir nitekim. Sartre, ‘cehennem başkalarıdır’ diyor demesine de cehennem, kanaatimce, tüm monotonluğuyla içine katlanmış, kendi kötülüğüyle hesaplaşmadan aydınlığa ulaştığını, esridiğini iddia eden tüm zihinlerdir. Kim kötülüğünden emin olabilir ki? Aynı şekilde kim iyiliğinden emin olabilir? Kötülük, tümden emin olma halinden hız alır.

***

İnsan türünün en ayırt edici özelliklerinden biri, kendisini ve başkasını hüsrana uğratabilme kapasitesinin çok yüksek olmasıdır. Hüsran [frustration], insanın azığıdır denebilir, hiç çekinmeden. Kolayı dururken zor olanı seçmek, uyum yerine uyumsuzu oynamak, iyi yerine kötüyü adet edinmek, bir alışkanlık örüntüsünden ziyade insanın seçim yapma kapasitesinin abukluğunu imler. Seçim yapmak başlı başına abuk bir şeydir zaten. Bir şeyi seçtiğin zaman başka bir şeyi seçemezsin. Bu da burukluk yaratır.

Abuk ve buruk olan aynı zamanda arzu ile de ilgilidir. Arzu nesne arar. Hatta bulur. Ama uğruna gemileri ateşe veren özne, nesnesiyle kucaklaştığında muhteşem bir abukluk hisseder. Gemiler acaba boşu boşuna mı yanmıştır? Buna değmiş midir? Hayal edilen gibi hiç değil midir?

Kötü, arzunun bu abuk ve buruk hissiyatında kristalize olur. Kötü, arzu nesnesini bulmaya değil bulmamaya çalışır. Çünkü bulunca sıkılacağını önceden bilir. O nedenle kendi idealizasyonları dış gerçeklikten daha değerlidir. Kötü şu haliyle, ‘kendine nasıl çelme takabilirsin' ya da ‘hüsrana giden kestirme yollar’ konulu dersleri verebilir.

***

Kötü hep ne istediğini bilir. Ne istediğini bilmek, kendini değişime kapamanın da bir yöntemidir. Trajedi, ne istediğini çok iyi bilenlerin ve bunda ısrar edenlerin hikayelerini anlatır. Hayal kırıklığından kaçınmak adına türlü yollar keşfeden kötü, kendisinin çevresinden dolaşır. Hayal kırıklığının gerçekliğe makyaj yaptığını hesaba katamaz. Kendi maskesi buna engeldir. Bilinç değil belki ama bilinçdışı bunu bilir. Ve maskelere makyaj yapmak imkansızdır. Maske, takılıp takılmadığı, yakışıp yakışmadığı en çok dışarıdan teyit edilen bir şeydir.

***

Kötülüğün nedeni yoktur. Kötü, kötülüğün icrasında bir nedene ve mantığa ihtiyaç duymaz. Yine de her kötünün kendine göre bir amacı ve rasyonalitesi vardır [Ama bunu ne kadar anlayabiliriz emin değilim]. Kötülük amaçsızın hizmetindeki bir amaçla yapılır. Amaçsızlıktan beslenen kötülük sadece güçsüzlükten korkar. Çünkü güçsüzlük, kötünün o çok sakındığı şeyi yani kendi güçsüzlüğünü yüzüne vurur. Nedensizlik, kendine göre bir artık neden ve güçle kuşanan kötü, protezine aşıktır. Ama güçsüzlüğünü bir kez fark ettiğinde artık elinde bulundurduğu gücü ve protezi pornografikleştirerek ispat etmek ister. Güç ve teşhir, kötülüğün tutkalıdır. O yüzden bombalar hep meydanlarda patlar.

***

Özne, kendi kimliğini yetersiz bulur. O yüzden başka kimlikleri düşler. Kendine bir ideal çizer. Ama organik bütünlüğümüz bu düşü bir kriz sinyali olarak algılar. Kendi ırkından memnun değilse bile söz gelimi, öyle davranır hatta abartır. Faşizm ve faşizmin kötülüğü burada yatar. Hoşnutsuzluğu bastırmak ya da başkasına yansıtmak. Uzanamadığı, olamadığı şeyi imha etmek. Kötülük, hep kendisi olduğu ve öyle kalacağı konusunda ısrar eder. Hoşnutsuzluğun kabulü yerine şanlı (!) bir ırkla gurur duymak ve diğerini kendisi gibi olamadığı için yok etme girişimleri tam da kötülere göredir. 

Kötü, kendisindeki kabullenemediği eksikten kaçan bir zalimdir.

Uzm. Psk. Gökhan Özcan

Yorumlar

Popüler Yayınlar