Şüpheye Rağmen İnanç
Kış Işığı (1963) filminden bir kare |
Søren Kierkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk
Kanaatimce inanca yönelik en insaflı çözümleme şudur: İnanma edimi, dünyanın belirsizliğine verdiğimiz en temel yanıttır ve içerisinde en başından beri bilinçte henüz açığa çıkmamış şüphe/kaygı barındırır. Çünkü kesin olan şeye zaten inanmayız; onu biliriz ve kaygı hissetmeyiz. Ama inancın temel motivasyonu belirsizliği giderme olduğu için, içinde şüpheyi kökensel olarak taşımak zorundadır. O zaman inanmak dinamik bir edimdir. Bir tarafında güven ve öznenin ihtiyacı ve üretimi olan kesinliği; diğer tarafında ise güvensizlik ve şüpheyi barındırır. İnsan dünyayı yurt kılabilmek için ona inanmak zorundadır. Ancak bazen dünya aksar ve hasarlanır. İşte orada kaygı ve şüphe açığa çıkar: “İnandığımız dünya ya inandığımız gibi değilse?” Bu şüpheyi hesaba katarak bir şeylere gerçekten inanmaya ve ümit etmeye devam edebilir miyiz? Evet, dinamik anlamda bu mümkündür. Mümkün değil diyenler statik bir zemindedirler: 1 ya da 0; siyah ya da beyaz; inanç ya da inançsızlık. Fakat Tanrı ve dünya ile mekanik bir ilişkimiz yoktur. Daha ziyade melez, geometrik olmayan dinamik bir ilişkimiz vardır.
İnanç ve güvenin kaygı ve şüpheyle ilişkisini daha iyi anlamak adına Rollo May’in Yaratma Cesareti kitabındaki bir çözümlemeye başvurulabilir: “Kaygı, [dünyanın tekinsizliğiyle] karşılaşmada meydana gelen benlik-dünya ilişkisindeki sarsıntının ayrılmaz bir refekatçisidir.” Dünyada bir yurt edinmek, güvenli alan oluşturmak için inanırız demiştik. Kaygı, işte benlik (iç) ile dünya (dış) ilişkisinde yaşanan kazalar, aksilikler, aksamalarla meydana gelen sarsıntının eşlikçisi olan, psikopatolojik olmaktan önce ve öte, kaygı bize dünyada olmanın karşılığını veren bir duygudur. Benlik, sarsıntılardan muaf değildir. Dünyanın tekinsizliği tamir/telafi edilemez. Ve kaygı deneyimi yaşam devam ettikçe sürecektir. Bu gerçeği kavramak dinamik bakışı gerektirir.
Statik yapılar gelişime açık ve esnek değillerdir. Dinamik olan şeyde ise hareketlilik, çelişki, gerilim ve bu sebeple de açılımlar vardır. Dinamik yapıda tüm bu çelişme ve gerilmelere tahammül edilir. Ruhsal gelişimsel olarak anlamı önceden tayin edilmiş kalıpları sorgulamadıkça, gerilimlere katlanmadıkça ve beraberindeki kaygıyı hissetmedikçe daha üst bir kavrayışa ulaşamayız. O yüzden kaygı ve gerilimler insanı geliştirir. Bu sebeple Tillich, şüphenin inancın bir kanıtı olduğunu ve kişiliğimizde her ikisine de yer açabilmenin cesaret gerektirdiğini söyler. Çünkü ne hakkında şüpheleniyorsak onun varlığını dert ediyoruz demektir. Şüphe imanın içinde doğal bir olgudur o zaman; onun düşmanı değil.
Burada bahsedilen iman, sadece Tanrıya iman değildir. İnanma edimi biz istemesek de iç dünyamızda aktiftir. En basitinden, dünyaya inanırız. Umut etmek bir inanmadır mesela. Bir şeylerin daha iyiye gideceğine inanmak. Dünyadaki konumumuza inanırız. Anne-babamızın “iyi” ya da “kötü” olduklarına inanırız. Ama umut statik bir umutsa o zaman hayal kırıklığı kaçınılmaz olur. Çünkü her umudun içinde yüzleşilmesi ve tahammül edilmesi gereken kaygı ve şüphe gizlidir.
İmana, kitaplardaki kurallar ya da bize öğretilen usuller içinden değil de insanın kendisi, iç dünyası esas alınarak bakılırsa imanın sabit değil, dinamik; pasif değil, aktif bir edim olduğu görülür. Paul Tillich birçok kitabında (bkz. İmanın Dinamikleri ve Olma Cesareti) ve Ingmar Bergman Kış Işığı başta olmak üzere birçok filminde imanın bu insani, dinamik, aktif, kaygı ve tereddüt içeren doğasına ışık tutar.
Kış Işığı filminde dört yıl önce karısı ölmüş bir papaz olan Tomas artık Tanrı’ya inanmamaktadır. Kendisini her şeye rağmen çok seven bir başka kadının (Marta) sevgisine de inanmaz. Şüphenin imanın zıttı olduğunu düşünerek, “tanrıtanımaz bir papaz” oluşunun paradoksu içinde acı çeken Tomas duaya da inanmaz. Çünkü dua ümittir. O ise ümitsizdir. Her duanın karşılığını vermek zorunda olan bir Tanrı algılayışı da yine statik imanın belirtisi; Tanrıyı bir “otomat” haline getirme çabasıdır. Oysaki iman ediminde, Tomas’ın sessiz Tanrısı gibi, bize karşılık vermeyen Tanrı’nın hissettirdiği yalnızlık duygusuna da yer vardır. Tanrı bize her zaman somut karşılıklar vermek zorunda değildir.
Tomas papazlığa masum ve inançlı biri olarak başlar. İnancını eşinin ölümüyle neredeyse tamamen kaybeder. Çünkü eşi kendisini en çok destekleyen kişidir. Ölümünden sanki Tanrı’yı sorumlu tutar. Ona güveni sarsılır. Zaten hep orada olan şüphe imanını zayıflatır. Tek sorunu Çin’in atom bombası üretip savaş başlatacağından korkmak olan Jonas da yakın bir dertten muzdariptir. O ana kadar kendini güvende hisseden Jonas, bu dehşetengiz haberle sarsılır. Dünyanın kendisi için güvenli bir yer olduğuna dair inancı sarsılır: Yurtsuzluk deneyimi. Ontolojik güvensizlik. Kaygı. İsa da çarmıha gerilirkenki yalnızlığı ve terk edilmişliğiyle sarsılır. Ama bu sarsılma, imanını yine de tümüyle kaybettiği anlamına gelmez. Tomas, Jonas ve İsa: İmanlarını esasen kaybetmemişlerdir; sadece imanın içinde tabi olarak bulunan şüphe (sarsıntı) zuhur etmiştir. Tomas ve intihar eden adam bunu doğru okuyamamıştır. Tam bir inançsızlığa sürüklendiklerini düşünerek yaşamdan vazgeçmişlerdir.
İnanma edimi ya da dini literatürdeki karşılığı olan “iman”la ilgili genel kanaat şöyledir: Bir kez inanan kişi, hep inanarak yaşamaya devam eder. Bu bakışa göre iman sabit bir edimdir. İnanmak sanki kendi ellerimizle inşa ettiğimiz değil de çoğu zaman içinde yer alıp kabullendiğimiz bir pasif konumda deneyimlenir. Şüphe, tereddüt ve kaygı yasaklanarak imanın alanından uzaklaştırılır.
Kanaatimce inanca yönelik en insaflı çözümleme şudur: İnanma edimi, dünyanın belirsizliğine verdiğimiz en temel yanıttır ve içerisinde en başından beri bilinçte henüz açığa çıkmamış şüphe/kaygı barındırır. Çünkü kesin olan şeye zaten inanmayız; onu biliriz ve kaygı hissetmeyiz. Ama inancın temel motivasyonu belirsizliği giderme olduğu için, içinde şüpheyi kökensel olarak taşımak zorundadır. O zaman inanmak dinamik bir edimdir. Bir tarafında güven ve öznenin ihtiyacı ve üretimi olan kesinliği; diğer tarafında ise güvensizlik ve şüpheyi barındırır. İnsan dünyayı yurt kılabilmek için ona inanmak zorundadır. Ancak bazen dünya aksar ve hasarlanır. İşte orada kaygı ve şüphe açığa çıkar: “İnandığımız dünya ya inandığımız gibi değilse?” Bu şüpheyi hesaba katarak bir şeylere gerçekten inanmaya ve ümit etmeye devam edebilir miyiz? Evet, dinamik anlamda bu mümkündür. Mümkün değil diyenler statik bir zemindedirler: 1 ya da 0; siyah ya da beyaz; inanç ya da inançsızlık. Fakat Tanrı ve dünya ile mekanik bir ilişkimiz yoktur. Daha ziyade melez, geometrik olmayan dinamik bir ilişkimiz vardır.
İnanç ve güvenin kaygı ve şüpheyle ilişkisini daha iyi anlamak adına Rollo May’in Yaratma Cesareti kitabındaki bir çözümlemeye başvurulabilir: “Kaygı, [dünyanın tekinsizliğiyle] karşılaşmada meydana gelen benlik-dünya ilişkisindeki sarsıntının ayrılmaz bir refekatçisidir.” Dünyada bir yurt edinmek, güvenli alan oluşturmak için inanırız demiştik. Kaygı, işte benlik (iç) ile dünya (dış) ilişkisinde yaşanan kazalar, aksilikler, aksamalarla meydana gelen sarsıntının eşlikçisi olan, psikopatolojik olmaktan önce ve öte, kaygı bize dünyada olmanın karşılığını veren bir duygudur. Benlik, sarsıntılardan muaf değildir. Dünyanın tekinsizliği tamir/telafi edilemez. Ve kaygı deneyimi yaşam devam ettikçe sürecektir. Bu gerçeği kavramak dinamik bakışı gerektirir.
Statik yapılar gelişime açık ve esnek değillerdir. Dinamik olan şeyde ise hareketlilik, çelişki, gerilim ve bu sebeple de açılımlar vardır. Dinamik yapıda tüm bu çelişme ve gerilmelere tahammül edilir. Ruhsal gelişimsel olarak anlamı önceden tayin edilmiş kalıpları sorgulamadıkça, gerilimlere katlanmadıkça ve beraberindeki kaygıyı hissetmedikçe daha üst bir kavrayışa ulaşamayız. O yüzden kaygı ve gerilimler insanı geliştirir. Bu sebeple Tillich, şüphenin inancın bir kanıtı olduğunu ve kişiliğimizde her ikisine de yer açabilmenin cesaret gerektirdiğini söyler. Çünkü ne hakkında şüpheleniyorsak onun varlığını dert ediyoruz demektir. Şüphe imanın içinde doğal bir olgudur o zaman; onun düşmanı değil.
Burada bahsedilen iman, sadece Tanrıya iman değildir. İnanma edimi biz istemesek de iç dünyamızda aktiftir. En basitinden, dünyaya inanırız. Umut etmek bir inanmadır mesela. Bir şeylerin daha iyiye gideceğine inanmak. Dünyadaki konumumuza inanırız. Anne-babamızın “iyi” ya da “kötü” olduklarına inanırız. Ama umut statik bir umutsa o zaman hayal kırıklığı kaçınılmaz olur. Çünkü her umudun içinde yüzleşilmesi ve tahammül edilmesi gereken kaygı ve şüphe gizlidir.
İmana, kitaplardaki kurallar ya da bize öğretilen usuller içinden değil de insanın kendisi, iç dünyası esas alınarak bakılırsa imanın sabit değil, dinamik; pasif değil, aktif bir edim olduğu görülür. Paul Tillich birçok kitabında (bkz. İmanın Dinamikleri ve Olma Cesareti) ve Ingmar Bergman Kış Işığı başta olmak üzere birçok filminde imanın bu insani, dinamik, aktif, kaygı ve tereddüt içeren doğasına ışık tutar.
Kış Işığı filminde dört yıl önce karısı ölmüş bir papaz olan Tomas artık Tanrı’ya inanmamaktadır. Kendisini her şeye rağmen çok seven bir başka kadının (Marta) sevgisine de inanmaz. Şüphenin imanın zıttı olduğunu düşünerek, “tanrıtanımaz bir papaz” oluşunun paradoksu içinde acı çeken Tomas duaya da inanmaz. Çünkü dua ümittir. O ise ümitsizdir. Her duanın karşılığını vermek zorunda olan bir Tanrı algılayışı da yine statik imanın belirtisi; Tanrıyı bir “otomat” haline getirme çabasıdır. Oysaki iman ediminde, Tomas’ın sessiz Tanrısı gibi, bize karşılık vermeyen Tanrı’nın hissettirdiği yalnızlık duygusuna da yer vardır. Tanrı bize her zaman somut karşılıklar vermek zorunda değildir.
Thomas'a yönettiği bir ayin sonrasında bir adam gelir: Gazete’de Çin’in atom bombası yapabileceği haberini okuyan Jonas. Hayatı o ana dek iyi giderken bu haber Jonas’ın hayatını alt üst eder. Tomas Jonas’ı intihar kararından vazgeçiremez. Çünkü umut etmesi ve Tanrı’yı sevip yaşama güvenmesi üzerine yaptığı konuşmayla kendisini bile ikna edemez. Diğer bir sahne: Tomas ile kilise hizmetlisi Algot’un yaptığı sohbette, Algot İsa’nın bedensel acısının abartıldığını, gerçekten yaşadığı acının çarmıha gerilmek değil de üç yıldır birlikte olduğu havarilerinin onu anlamaması ve ona inanmaması ve yalnız kalışı olduğunu söyler. “Güvenebileceğin birilerini ararken terk edilmek.” İsa’nın çarmıhtaki "Tanrım Tanrım beni neden terk ettin?” yakarışı. Filmde bu kesit bir şüphe anı olarak ifade edilir. Bu şüphe hali, havarilerinin İsa'yı terk etmesinden daha büyük bir acı olarak ifade edilir. En güvendiğimiz kişinin suskun kalışı. Bu Tillich’in varoluşsal şüphe dediği şeydir. Yani ontolojik güvensizlik.
Tomas papazlığa masum ve inançlı biri olarak başlar. İnancını eşinin ölümüyle neredeyse tamamen kaybeder. Çünkü eşi kendisini en çok destekleyen kişidir. Ölümünden sanki Tanrı’yı sorumlu tutar. Ona güveni sarsılır. Zaten hep orada olan şüphe imanını zayıflatır. Tek sorunu Çin’in atom bombası üretip savaş başlatacağından korkmak olan Jonas da yakın bir dertten muzdariptir. O ana kadar kendini güvende hisseden Jonas, bu dehşetengiz haberle sarsılır. Dünyanın kendisi için güvenli bir yer olduğuna dair inancı sarsılır: Yurtsuzluk deneyimi. Ontolojik güvensizlik. Kaygı. İsa da çarmıha gerilirkenki yalnızlığı ve terk edilmişliğiyle sarsılır. Ama bu sarsılma, imanını yine de tümüyle kaybettiği anlamına gelmez. Tomas, Jonas ve İsa: İmanlarını esasen kaybetmemişlerdir; sadece imanın içinde tabi olarak bulunan şüphe (sarsıntı) zuhur etmiştir. Tomas ve intihar eden adam bunu doğru okuyamamıştır. Tam bir inançsızlığa sürüklendiklerini düşünerek yaşamdan vazgeçmişlerdir.
May'in şu cümlesiyle noktalayabiliriz: "Kendini adama şüphe içermediği zaman değil, şüpheye rağmen olduğunda en sağlıklıdır. Tamamıyla inanmak ve aynı zamanda şüpheleri olmak hiç de çelişkili değildir."
Not: Bu yazıyı, değerli dostum Ali Hasar ile gerçekleştirdiğimiz "İnanç ve Şüphe" başlıklı canlı yayına borçluyum.
Uzm. Psk. Gökhan Özcan
Merhaba Gokhan bey,
YanıtlaSilBergman benim en sevdigim yonetmenlerden biridir. Kis Isigi (ing klavyenin kusuruna bakmayin lutfen) filmi ise ilk donem filmlerinden, inanci sorguladigi ve "Through a Glass Darkly" ve "Silence" filmleri ile birlikte bir uclemenin parcasi olan, benim de cok sevdigim filmlerinden biridir. Zihin acici bir yazi olmus, tebrikler.
👌👌
YanıtlaSilMerhaba hocam, yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Kış Işığı filmi konusuyla, karakterleriyle zihnimde büyük yer edinen (özellikle son isa diyaloğu) bir filmdi. Tekrar böyle açık, güzel bir dille hatırlamak çok iyi geldi teşekkür ederim.
YanıtlaSil