Yaşamdan Varoluşa Geçmek



Ivan Kramskoi, İsa Çölde, 1872

M. Mukadder Yakupoğlu’nun Varoluşun Anlamı kitabından derlediğim bu metinde yaşam, dil, varoluş, ölüm, anlam ve anlamsızlığın nasıl da birbiri içerisine geçiştiğini, ölüme doğru giden ama bir yandan da yaşam uğraşı içerisinde her gün devinen faniler olarak işimizin pek de kolay olmadığını göreceksiniz. 

***

Bir olay nasıl meydana gelir? Bir otomobil kazası, bir cinayet, bir ölüm, bir doğum, bir öpüşme nasıl birdenbire olmaktadır? Tüm bu olaylar yönsüzdür, amaçsızdır ve anlamsızdır. Dünya üzerinde olup bitenleri birbirine bağlayacak hiçbir düzen yoktur. Çevremize baktığımızda dağınıklığın her tarafı sardığını görürüz. Olaylar bu dağınıklığın içinde sessizce meydana gelirler. Olayların nedeni yaşamın kargaşalığıdır.

Şöyle sorarız kendi kendimize. Şimdi ne olacak? Bu, öldürücü, yıkıcı ve umut kırıcı bir sorudur. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir şimdidir. Olaylar hep bu sorudan önce var olur. Hep olmuş olan düşünülür. Her şey geçmiştir, olmuş bitmiştir. Şimdi hiçbir şey yoktur. Şimdi hiçbir şey olmayacaktır. Çünkü olayın şimdisi yoktur, zamanı yoktur. Olay aksine zamanı kesen, durdurandır. Zamanı oluşturan dil ve onun kullanış biçimidir. Olay anında dil yok olur. Olayda sessizlik, sonsuzluk vardır. Düzensizliğin kaynağı, olayların dilsel çerçevenin dışında olmasıdır.

Olayları birbirine bağlama girişimleri her zaman başarısız olmaya mahkumdur. Olay tek başınadır, diğer olayla aralarında boşluk vardır. Bir olaydan diğerine geçiş dilsel spekülasyonla mümkün olmaktadır. Dil dünyaya yapay bir düzen getirmektedir. Ve bu düzen kitaplardan, metinlerden daha doğrusu yazıdan dışarı çıkınca darmadağın olmaktadır. Olayların birbirleriyle bağlantısızlığı, tikelliği, tüm evreni bir kaosa sürüklemektedir. Yaşamın içinde bulunduğu bu kaos karşısında dilsel düzen vardır. Dil yaşamı kendi sınırına çekerek kaos-dışı dar bir alan yaratmaktadır.

Yaşam, olaylar ve dil arasındaki serüveninde bir sınır noktaya ulaşır. Bu bitiş noktasında varoluş devinimi başlar. Her şeyin iflas ettiği noktada, yaşamı mümkün kılan varoluş devinimi, anlamsızlığın, saçmalığın üzerinde anlamı inşa etmeye başlar. Bu başlangıç anı muhteşem bir esrimeye yol açan bir tepe noktasıdır. Yaşamın varoluş açısından yönlenmesidir.

Yaşamda her gün, her an yinelenen yakınmalar bir beklentinin olduğunu gösterir. Bu beklenti, yaşamın kendi dışındaki bir alandan doğacak anlamıdır. Sanki yaşamın ötesinde hep bir şeyler var gibidir. Böyle bir olasılığa bazen öyle bir yaklaşırız ki içimizi yoğun bir umut dalgası sarar. İşte bu yaklaşma anı yaşamın en kritik anıdır. Yaklaştığımız öte tarafa dokunduğumuzda tüm gizemin, yok olduğunu, yaşamın ağırlığını daha fazla hissettirdiğini fark ederiz.

Mezarlar, varoluşun sürekliliğinin yazınsal göstergeleridir. Mezarlar arasında dolaşırken içimizi saran yoğun sessizliğin içinde varoluşumuzun adım adım artan devinimini hissederiz. Birden her şeyin anlamı belirir. Bizi yaşama tutsak eden korkunun uçup gittiğini hissederiz. Yaşamın bitiş noktasında yönünü bulduğunu fark ederiz. Ölüm olgusunda varoluşun özüne bir dönüş olayı vardır.

Anlam nerededir? Yaşamı yinelemek ve yenilemek anlamlı mıdır? Yoksa ölüme en kısa yoldan ulaşmak, mezarlıkları genişletmek mi gerekir? 

Ne pahasına olursa olsun yaşamı sürdürmek. Veya yaşamı bir ölüm-kalım savaşına sürükleyerek en anlamlı ölümü yakalamak. Yaşamın anlamsızlığı hepimiz için en  yüce armağandır. Anlamsızlık ölüme, ölüm de varoluşa götürür.

Kaynak: M. Mukadder Yakupoğlu, Varoluşun Anlamı, 1995, Süra Gazetecilik Yayıncılık

Derleyen: Uzman Psikolog Gökhan Özcan


Yorumlar

Popüler Yayınlar