Kafka’nın Biri Bir Baba Aramaya Çıktı*




"Ölü bir baba kayıp bir baba değildir. Ama kayıp bir baba ölü bir babadır."

Alejandro Jodorowsky


Ebeveynin Tümgüçlülüğü Karşısında Çocuk Olmak


Çocuk belli bir yaşa dek çevresindeki yetişkinlerin, özellikle ebeveynin sahip olduğu dünyayı açıklama, anlamlandırma tarzıyla yetinmek zorundadır. Denebilir ki insan yavrusu böylece ebeveynin insafına kalan bir varlıktır. Ebeveyn, çocuğa, henüz yabancısı olduğu bir evreni tanıtıyordur. Evren küçük çocuğun prematüre zihni için oldukça geniş ve karmaşıktır. Çocuk gece korkar, ebeveyn açıklar; çocuk bir kuşun ölümüne tanık olur, ebeveyn açıklar; çocuk kaydıraktan düşer, ebeveyn açıklar. Dünya böylece yorumlanmış ve çocuğun zihninde bütünlenmiş olur. Çocuk sonraları zihnine enjekte edilen bu dünya algısını dönüştürme konusunda çeşitli imkanlara sahip olacaktır.

Franz Kafka, Babaya Mektup’un çeşitli yerlerinde pek çok kez, içine çivilenmiş bir suçluluk bilincinden bahseder. Kafka babasının dünyayı ona açıkladığı, yorumladığı ve onun da bundan başka bir açıklama ve yorum bilmediği bir zamanda, babasının kendisine ve açıkladığı dünyaya layık olmadığını derinden hissetmek zorunda kalmıştır. Hissettiği bu yoğun suçluluk belki bu layık olamama haliyle ilişkilidir.

Babası bir kendilik olmasının koşul ve imkanlarını Franz’ın kendisine yüklemeye gerek duymamıştır. Referansı salt baba olan, bireyin kendisi olmayan bir kendilik olma çabasının ister istemez suçluluğa yol açması kaçınılmaz olacaktır. Kendi değerini tayin etmek için babasının katı ve yüksek kriterlerine ve lütfedeceği onaya ihtiyaç duyan oğul Franz’ın kendi benliğiyle kuracağı ilişki en baştan zorunluluk ve zorluklarla çepeçevredir.

Karşılıklılık İlkesi


Ebeveyn-çocuk ilişkisi de dahil olmak üzere hemen hemen tüm ilişkilerin doğasında bulunan ve dozu her ilişkide farklılaşabilen karşılıklılık ilkesi, Franz ve babası arasında sağlıklı bir yerde durmamaktadır. Belli bir yaştan sonra başlaması gereken karşılıklılık ilkesini iç dünyasında erken dönemlerden itibaren sert biçimde hisseden Franz sadece babasına değil, dünyaya da layık olmadığına ve değersizliğine kanaat getirmiştir. Oysa ki sadece Franz’ın, sadece insanın değil var olan her canlının sadece mevcut olması itibariyle dünyaya layık olduğunu biliyoruz. Yetişkin Franz da artık bu gerçeği daha iyi biliyor ve mektupta her ne kadar aksini okusak da kendisini kendi benliğiyle, kendi referanslarıyla ödevlendirmeyi öncelere göre daha iyi başarıyor olmalı.

Adlandırma

Yazma edimi, yani Kafka’nın babasına yazdığı bu satırlar, yaşamının referanslarını kendi benliğine merkezleme çabasının tezahürü olabilir mi? Kafka, ruhsallığına gömülü kayıp babasına hitap ederken geçmişte ses veremediği duygularına ses verme ve yaşantılarını adlandırma fırsatı bulmaktadır. Hatırlama ve adlandırma terapötik edimlerdir. Bu açıdan Kafka’nın yazdığı mektubu aslında babasına vermesi gerekmemektedir. Bunu yapsaydı belki işler daha da karmaşık hale de gelebilirdi, kim bilir? Bu mektup, adlandırma edimiyle Kafka’yı sıkıştığı kendi yörüngesi dışına çıkararak, içindeki demonikleşmiş, kaotik duygu ve algılara mesafe alabilmesine, sonrasında anlam verebilmesine ve belki hatta onu aşabilmesine yardımcı olabilir. Baba’ya Mektup’un yazarı Kafka’nın ödevi şimdilik dışarıdaki babayı değil, içerideki babayı iyicilleştirmek olabilir. İçsel baba, Jungiyen anlamda animus, nihayetinde yaşama uğraşında bizi destekleyen ve yüreklendiren bir güç olarak yorumlanabilir. Bu gücün dışarıdaki ebeveyn babanın haricinde çeşitli karşılıklarının olduğunu biliyoruz. Alman asıllı Amerikalı Varoluşçu filozof Paul Tillich İmanın Dinamikleri kitabında şöyle söyler: “Gerçek iman, kendini ifade için baba imajını kullansa da, bu imajı, "baba"ya karşı bile savunulacak şekilde hakikat ve adalet prensibine dönüştürür.”

Tillich’in teoloji disiplini içerisinde iman üzerinden kurduğu bu cümlenin Kafka’nın deneyimleriyle bir ilişkisinin olduğunu belirtmek isterim. Peki nasıl bir ilişkidir bu? Şuna benzer bir ilişki: Yaşam, bizi, dış gerçeklikte bizi tanımayan bir baba imajını iç gerçekliğimizde dönüştürmekle ödevlendirmektedir. Terapötik anlamda benlik, kendi içinde öyle bir olgun inançla (psikolojik umut ve güçlülükle) donanmalı ve gönenmeli ki, geliştirdiği hakikat duygusu, dışarıdaki babayı bile içine alıp dönüştürebilmeli.

Kafka’nın kayıp/cansız içsel babasını bulabilmesi, içinde başka başka ama daha gelişkin tarzlarda canlandırabilmesini umarak İngiliz şair ve ressam William Blake’in Hasta Gül kitabındaki şu iki şiirini alıntılıyorum:

Kayıp Küçük Oğlan

"Baba! Baba! nereye gidiyorsun?

Ah yürüme bu kadar hızlı.

Konuş baba, konuş küçük oğlunla,

Kaybolacağım yoksa."

Gece karanlıktı, yoktu orada hiçbir baba;

Çocuk çiğle ıslanmıştı;

Batak derindi, ve çocuk ağlıyordu,

Ve pus uçuyordu uzaklara.

Bulunan Küçük Oğlan

Issız bataklıklarda kaybolan gezgin ışığı

Takip eden küçük oğlan

Ağlamaya başladı; ama hep yakında olan Tanrı,

Beyazlara bürünmüş, babası kılığında ortaya çıktı.

Öptü çocuğu ve tuttu elinden,

Ve getirdi onu, ıssız vadi boyunca,

Acıdan bezmiş halde ağlayarak

Küçük oğlunu arayan annesinin yanına.

*Kafka’nın “Kafesin biri bir kuş aramaya çıktı” aforizmasına nazire olarak.
 
Uzman Psikolog Gökhan Özcan









Yorumlar

Popüler Yayınlar