Sonsuzluğun Eşiğinde Sonluluğa Tutunmak




"Sadece seninleyken yalnız olabiliyorum."

Görsel ve Alıntı Metin: Wim Wenders, Wings of Desire, 1987


Bu yazıda, tesirinde uzun bir süre kaldığım, benlik gelişimim adına mühim bulduğum bir rüyaya ve bilgisine, deneyimine pek kıymet verdiğim birisinin bu rüyaya getirdiği değerli yoruma yer vereceğim.

Rüya

Yaşadığım apartmanın önündeki sokaktayım. Sokağı gökten yağan küller doldurmuş. Onları bir görev duygusuyla süpürmeye çalışıyorum. Sokak bomboş. Sadece ben varım. Sonra atmosferin yapısının bozulduğunu ve artık nefes almanın insanları zehirlediğini fark ediyorum. Süpürmeyi durduruyorum. Ağzımı ve burnumu, kar etmeyeceği bilgisi içinde kapatıp asansöre biniyorum. Keşke gaz maskem olsaydı diyorum bir yandan da. Eve çıkınca pencereden yağan külleri izliyorum ve dünyanın sonunun geldiğini düşünüyorum.

Zehirli gazı solumam sebebiyle ateşim yükseliyor. Gittikçe halsizleşiyorum ve ölmek üzere olduğum bilgisini hissediyorum. Yere yığılıyorum. Durumum gitgide daha da ağırlaşıyor. Kabullenmişlik hissediyor, korkmuyorum. Kaçabileceğim bir yer yok. Teslim oluyorum.

Ölmek üzereyken tutabileceğim bir nesne arıyorum. Çünkü birazdan bilincimi kaybedeceğim ve sevdiklerimle, dünyayla irtibatım tümden kopacak. Eğer bir nesneye dokunarak ölürsem (aklıma saç tokası geliyor), ölürken ruhumun o cismin içerisine nüfuz edebileceğini ve böylece sevdiklerimin ben öldükten sonra o cisme ne zaman dokunsa benimle, benim de onlarla irtibat kurabileceğimi düşünüyorum. Bu düşüncelerle bilincim kapanıyor.

Yorum

Gökhan, bir terapist olarak değil ama bir dostun olarak bu rüyanın, gelişimin için çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Kierkegaard’ı çok sevdiğimi biliyorsun. Kierkegaard bu rüyanı dinlemiş olsaydı, sana, “Bu rüyan ile felsefemi, anlatmaya çalıştığım neredeyse her şeyi özetlemişsin.” derdi muhtemelen. O, benliği, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk’ta sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezi olarak tarif eder. Rüyada Heidegger’in dediği gibi, ölüme doğru bir varlık’sın. Aşama aşama ölümün dehşetini hissediyorsun. Son aşamada tam ölmek üzereyken sonlu bir şeye tutunuyorsun. Kierkegaard Kaygı Kavramı’nda bu sahneyi birebir şöyle anlatır:

Kaygı baş dönmesiyle karşılaştırılabilir. Aşağıya, cehennemin ağzını açmış çukuruna bakan herkesin başı döner. Peki ama neden? Cehennem çukurundan olduğu kadar gözleri yüzünden de. Varsayın ki aşağıya bakmadı: Kaygı, sentez tin tarafından gerçekleştirildiğinde oluşan özgürlüğün baş dönmesidir. Özgürlük aşağıya, kendi olanağına bakar, düşmemek için de sonlu oluşuna tutunur. Özgürlük bu baş dönmesine boyun eğer (…) Tam o anda her şey değişir ve özgürlük yeniden ayağa kalktığında suçlu olduğunu görür.

Ölüm anında yani sonsuzluğun eşiğindeyken tokaya tutunman Kierkegaard'ın da vurguladığı gibi, sonlu olana tutunmak demek. Ama özgürlüğün, sırf bu sebeple ölümünün yarattığı baş dönmesine boyun eğiyor ve buradan suçlu olduğunu görerek ayağa kalkacak. Kierkegaard’a göre ölümün eşiğinde, sonsuzluğun cehennemine bakarken sonlu olan bizi kurtaramaz çünkü. Bana öyle geliyor ki ödevin, ölüme giderken, sonluluğa değil de sonsuzluğa, yani içindeki Tanrı'ya tutunmayı başarmak. Gördüğün rüya, bu hedefe giden bir basamak gibi geldi bana. Bu sadece senin değil; benim, hepimizin ödevi.

Uzman Psikolog Gökhan Özcan





Yorumlar

Popüler Yayınlar