Nazuma’yı Görüyorum, Çitin Yanında Büyüyen!



Irvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi kitabının “Hayatın Anlamı -Kültürel Bir Yapı mı?” bölümünde hayatın anlamı sorusunu kültürel önyargılardan arındırarak kavramanın zorluğuna işaret eder. Örneğin hayatın anlamını başarı ve çalışmaya verilen değer üzerinden tanımlayan kişiler veya sistemler, belli bir dönemin yarattığı kültürel zeitgeist’ın etkisi altında bu bağlantıyı kurmaktadırlar. Yalom bu tespitini güçlendirmek için Suzuki’nin Japon haiku ustası Matsuo Basho ve İngiliz şair Alfred Tennyson’a ait iki şiiri karşılaştırdığı makalesini örnek verir. Her iki şiirde de şairler bir çiçekle ilişki kurmaktadırlar. Basho çiçeği uzaktan izler, Tennyson ise koparır. Suzuki’ye göre buradaki farklılık Doğu’nun bütünleyici, toplayıcı, özneleştirici; Batı’nın ise analiz eden, nesneleştiren yapısından kaynaklanır. Doğu, olmak ise; Batı, yapmaktır. Metinde sonuç olarak Yalom’un Suzuki’nin bu iki şiiri yorumlama tarzını benimsediğini görmekteyiz.

Bu yazıda, iki farklı benliğin bir çiçekle deneyiminden bahseden bu iki değerli şiiri fenomenolojik bir tutumla yorumlamaya çalışacağım. Böylece buradaki çabam, daha önce birkaç yazımda konu edindiğim fenomenolojik edebiyat eleştirisinin bir başka uygulamalı örneği olarak kabul edilebilir.

Basho’nun Büyüyen Nazuma ile Eşsiz Karşılaşması

“Dikkatle baktığımda

Nazuma’yı görüyorum

Çitin yanında büyüyen!”

-Basho


Yalom ve Suzuki’nin yorumunu bir kenarda bekletip, Basho ve Tennyson’ın şiirlerini fenomenolojik olarak okumak istersem, burada öncelikle zihnimde kültürel veya psikolojik mevcut teorilerin, bakma biçimlerinin, ideolojilerin algımı çarpıtmasına izin vermemeye çalışmam yani epoche uygulamam gerekecek. Yalom’un bu kitapta bir projesi var. Konu başlığı belli: Hayatın anlamı. Bu konuyu ele alacağı perspektif de belli: Kültürel yapı. O yüzden Yalom şiirleri yorumlayan Suzuki’nin görüşlerini belli bir amaçla alıntılamış ve buradaki algıları benimsemiştir. Benim ise böyle bir projem ve tutarlılık çabam yok. Sadece fenomenolojik bir tutum içinde olmak istiyorum. Bu sebeple bu iki şiiri okuyup karşılaştıracaksam daha en baştan Doğu-Batı gibi bir ayrıma gitmemem gerekir.

Şiirde Basho dikkatle bakar ve çitin yanında büyüyen bir Nazuma çiçeği gördüğünü ünler. Fenomenolojik açıdan, burada, kendime, her yaşantının özünde onu yaşayan bilinçli bir benliğin olduğunu ve her bilinçli benliğin de merkezi bir duyguya (yönelimselliğe) sahip olduğunu yeniden hatırlatıyorum. Basho öncelikle dikkatle bakmaktadır. Demek ki dikkati, bir biçimde, bir sebeple çitin yanında serpilmekte olan bir Nazuma’ya kaymıştır. İşte o anda, başka bir Nazuma değil, “o büyüyen Nazuma” Basho’nun deneyim alanına girmiştir. Ünlem işaretiyle, ilk elde Basho’nun nasıl bir duygu hissettiğini, fenomenolojik duyarlıklı bir betimleme yapacaksak, Suzuki ve Yalom’un aksine, tam olarak kavrayamayacağımızı itiraf etmeliyiz. Çünkü Basho bu üç satırlık şiirde ünlem işaretini koymasına sebep olacak deneyimini açık bir şekilde ifade etmemiştir. Suzuki’ye göre Basho sessizdir ve çok şey hissetmektedir. Basho’nun, yorumlayıcı bir tutumla, çok şey hissettiği belki söylenebilir ancak betimsel tutumda kalırsak çok şey hissettiğinden ve bu çok hislerin şu veya bu duygular olduğundan emin olmamız pek güçtür. Belki Nazuma’yı ansızın görmesi sebebiyle, ünlem işaretinin de ilk anlamından yola çıkarsak, Basho’nun şaşırma ve heyecan hissettiğini söyleyebiliriz, en fazla. Ancak az ya da çok, şöyle veya böyle hissetmesi çok kesin ve önemli değildir; fenomenolojik bir betimselliğe sadık kaldığımızda daha önemli ve net olan şey şudur: Basho “o büyüyen Nazuma” ile bir karşılaşma yaşamaktadır ve Basho’nun “o büyüyen Nazuma” ile ilişkiselliği, o andaki diğer muhtemel ilişkiselliklerden (mesela çitten, çevredeki diğer nesnelerden, vb.) ve diğer Nazuma’lardan bir sebeple Basho için çok daha önemli ve anlamlı hale gelmiştir. Fenomenolojik tutum bizi Basho’nun o büyüyen Nazuma ile ansızın ve yalnızca bir kez gerçekleşmiş olan biricik karşılaşmasını görmekle ödevlendirmektedir. Basho’yu ünleyen şey belki de bu karşılaşmanın yaşattığı eşsizlik duygusudur. Bu itibarla bu kısacık şiir, bir açıdan fenomenolojik tutumun kendisini tarif etmektedir. Nitekim fenomenolojik tutum da tekrar başa alınamayacak olan o eşsiz anın en saf haliyle ne ise o olarak anlaşılmasından ibaret bir çaba değil midir? Basho “o büyüyen Nazuma” ile karşılaşabilmiştir çünkü fenomenolojik bir tutum geliştirebilmiştir. “Çitin yanındaki o büyüyen Nazuma” Basho’nun yanından geçtiği alelade bir Nazuma değilse, bu fenomenolojik tutum sebebiyledir.

Tennyson’ın Anlamak İstediği Güzel Çiçeği

"Duvardaki yarıkların arasındaki güzel çiçek,

Seni yarıklardan çekip çıkarıyorum;

Seni öylece elimde tutuyorum, köklerinle birlikte.

Küçük çiçek ama eğer anlayabilseydim

Ne olduğunu, köklerini ve her şeyini

Tanrı ve insanın ne olduğunu bilirdim."

-Alfred Tennyson


Tennyson, yarıkların arasında güzel bir çiçek görür, onu kökleriyle birlikte koparır ve elinde tutar. Çiçeğin ne olduğunu, köklerini ve ona ait her şeyi anlamaya çalışır fakat bunu başaramaz. Bu çaba eğer başarılı olabilseydi, Tennyson, Tanrı ve insanın da ne olduğunu bilebilecekti. Yarıkların içindeki bir çiçeği gündelik yaşamda genelde ya görmeyiz veya görürsek aldırmadan yanından geçer, fotoğrafını çeker, koklar veya çok beğenirsek koparır, bir defterin arasına yahut biraz daha yaşaması için su dolu bir vazoya koyarız. Tennyson ise ilginç bir şey yapar: Onu kopardıktan sonra onu anlamaya çalışır. Bir çiçeğin anlaşılmayacak neyi vardır? İşte o bir çiçektir. Çiçek değil de başka bir şey olsaydı zaten daha en baştan Tennyson ona bir çiçek olarak yönelmez, onu koparmazdı. Hepimiz çiçeğin çiçek olduğunu biliriz. Öyleyse Tennyson niye bir çiçeği bütünüyle anlamaya çalışmaktadır? Buradaki anlama eylemi öyleyse salt bilişsel bir eylem değildir. Pessoa, bir şiirinde her nasıl bir papatyaya “inandığını” söylüyorsa, Tennyson da bir güzel bir çiçeği “anlamaya” çalışmaktadır. Pessoa inanç, Tennyson anlama derken muhtemelen “deneyimlemeyi” kast ediyor. Tennyson çabalıyor fakat bir çiçeği bütünüyle deneyimleyemediğini söylüyor sanki. Çünkü algılarının bir çiçeği tümüyle kuşatamadığını, tüketemediğini görüyor. Tennyson üstelik Tanrı’yı ve insanı bilmeyi de istiyor. Fakat henüz bir çiçeği deneyimleyememişken, çok daha karmaşık bu iki varlık alanını deneyimlemenin hiç de kolay olmadığının farkında. Tennyson aslında fenomenolojik bir çabanın peşinde. Yarıkların arasındaki o güzel çiçeği fark ederek, koparıp deneyimleme girişiminde bulunarak bir adım atmış oluyor. Fakat bu adım Pessoa’daki veya Basho’daki gibi çiçeğin deneyimlenmesiyle sonuçlanmıyor.

Tennyson’ın çiçeği deneyimleyememesinin sebebini, fenomenolojik olarak, Suzuki gibi Batılı olmasına veya herhangi başka bir nedene bağlamak bu metin bağlamında mümkün görünmemektedir. Tennyson şiirde bunun sebebine dair herhangi bir şey söylememiştir çünkü. Fenomenoloji böylece burada yapacağımız daha ileri bir açıklamanın yapılmaması, eksik kalması gerektiğini söyleyecektir. Tennyson’ın sonuca ulaşmayan bu çabasının yine de değerli olduğu söylenebilir. Çünkü yolda yarıkların arasında bir çiçek gören, bu çiçeği güzel görüp “güzelleştiren”, onu anlamaya çalışan, bu yolla Tanrı’yı ve insanı bilmeye çalışan bir benliğin güzel bir benlik olduğunu düşünüyorum. Buradaki koparma eylemi her ne kadar Suzuki’ye göre Batılılara ait, nesneleştirici bir şey gibi görünse de, Tennyson koparma eylemini çiçeği atmak, ezmek için değil, üretken bir amaç için gerçekleştirmiştir.

Sonuç

Fenomenolojik tutum rehberliğinde yapılacak okumanın, bu iki şiir bağlamında, diğer okuma biçimlerinden (kültürel, yapısal, psikanalitik, vb.) kökensel olarak farklı olduğu görülebilir. Fenomenolojik tutum önceden tayin edilmiş hiçbir anlamı, kavrayışı kabul etmez. Metinde mevcut olan verinin ötesine geçmez ve böylece yazarın söylemeye niyetlenmediği hiçbir şeyi yorum olarak yazara yakıştırmaz. Fenomenolojik edebiyat eleştirisi böylece diğer okuma biçimlerinin öncesinde uygulanabilir ve metin ilk elde ne ise o olarak ortaya çıkarılabilir. Fenomenolojik tutum güdümündeki betimlemeyle en saf halinde kavranan metin daha sonra diğer okuma biçimlerinin yorumlamalarına açılabilir. Bu açıdan fenomenolojik tutum, edebi metin okumaları için asgari ve etik bir zemin gibidir.

Uzman Psikolog Gökhan Özcan

Yorumlar

Popüler Yayınlar