Bir Delinin Hatıra Defteri Üzerine Psikopatolojik Bir Etüt
Bu yazı Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri isimli öyküsünün psikopatolojik bağlamda fenomenolojik betimlemesini ve yorumunu içermektedir. Fenomenolojik betimleme yaparken öyküyü parça parça okudum, bütün önvarsayımlarımı askıya almaya çalışarak (epoche) metni özet şekilde, özgün cümlelerle, başlıklandırarak yeniden yazmaya çalıştım. Böylece metnin gözden kaçabilecek ayrıntılarını yakalayabildim ve kahramanın deneyimiyle irtibat kurabildim. Fenomenolojik yorumda ise metindeki yaşantıların nedenini, arka planını analiz etmeye değil; metindeki deneyimler bağlamında psikopatolojik yaşantıları yakalamaya ve derinleştirerek aktarmaya çalıştım.
I. Basit Bir Memur
Bir kişi (ismini ve cinsiyetini belirtmediği için bu kişiye şimdilik “kahraman” diyeceğim) günlüğüne, 3 Ekim sabahı, epey geç uyandığını ve bir süredir dosya işlerindeki dağınıklığına sitayiş eden müdürüne içerlemiş bir halde işe gitmeye isteksiz olduğunu not düşmüştür. Müdürüne yoğun öfke hisseden kahraman, müdürün muhtemelen kıskançlık içeren bu sitayişlerine, “ekselansları” olarak isimlendirdiği bir kişinin odasına girmesi sebebiyle maruz kaldığından neredeyse emindir. Muhtemelen maddi açıdan kimseye dişe dokunur bir faydası olmaması sebebiyle çalıştığı daireden memnun değildir kahraman; vilayette veya defterdarlıkta çalışan memurları ise nezaket maskesi arkasına gizledikleri dolandırıcılıkları sebebiyle fazlasıyla zengin bulur. Çalıştığı daire yine de vilayete göre daha soylu ve saygındır. Dışarı çıktığında sağanak yağmurun yağdığını fark eden kahramanın gözü kendisi gibi soylu olarak nitelendirdiği bir memura ilişir. Memur, kahramanın aktardığına göre önünde yürüyen kadını izlemektedir; memurları çapkınlık konusunda subaylarla eşdeğer bulur.
Fenomenolojik Yorum:
İlk paragraflarda belirgin bir psikotik yaşantıdan ziyade, kıskanıldığını düşünen, çalıştığı dairedeki birini “ekselansları” ismiyle, kendisini de “soylu” olarak nitelerken içinde yaşadığı çevrenin mevcut toplumsal rolleriyle alakalı karmaşık duygu ve algılar içinde olduğu sezinlenen huzursuz bir kişiyle karşı karşıyayız.
II. Hayvanlar Konuşur, Yazar mı?
Önünden geçmekte olduğu bir mağazanın kapısında duran müdürün arabasının içinden müdürün kızının indiği gören kahraman kızın çekimine kapılır ve pek beğenir. Tanınmamak için eski paltosunun içine büzülür. O sırada dükkana alınmayan kızın köpeği Meci’nin Fidel ismindeki bir başka köpekle konuşmasına tanık olunca şaşkınlık içinde kalır. Bu tuhaf durumu dünyanın başka ülkelerinde konuştuğu aktarılan başka hayvanların olduğunu düşünerek sıradanlaştırmaya çalışır. Fakat Meci Fidel’e ulaşmadığını söylediği bir mektup yazdığından bahsedince kahraman tekrar şaşkınlıklar içinde kalır ve şu gerçeği itiraf eder: “Bu aralar kimselerin duyup görmediği şeyler benim başıma geliyordu.” Kahraman köpeği takip eder ve sahibiyle beraber nerede oturduğunu öğrenir.
Fenomenolojik Yorum:
Kahraman, kendisini şaşırtan görsel ve işitsel öğeleri olan bir halüsinatuar yaşantı deneyimlemiştir. Köpeklerin konuştuğu anı mantığa bürümüş ancak bir köpeğin mektup yazmasını mantığa bürüyememiştir. Kahraman aynı zamanda halüsinatuar yaşantısına tümüyle gömülü değildir; bir düzeyde iç görüsü mevcuttur çünkü duyup gördüğü şeyleri başka kimsenin başına gelmediğinin farkındadır.
III. Soylu Olmak veya Olmamak
4 Ekim günü kahraman, daha önce odasına girip kalemlerini açtığını söylediği ekselanslarını, bu sefer, “genel müdür” olarak isimlendirir. Genel müdürü kendisinden ve kendisi gibilerden entelektüel kişiliği sebebiyle üstün, hatta neredeyse kutsal bir konumda algılamaktadır. Daireye ansızın genel müdürün kızı girer ve genel müdürün uşağının ağzından isminin İvanoviç olduğunu öğrendiğimiz kahraman, kızı görür görmez neredeyse kendinden geçer. İvanoviç hem genel müdürü hem kızını başka ve daha asil bir varoluşa sahiplermiş gibi algılamaktadır. Salak olarak nitelediği uşağın karşısında ise asil olan kendisidir.
6 Kasım günü şube müdürü, İvanoviç’in genel müdürün kızına hissettiği duyguları fark etmiş ve şiddetli bir şekilde azarlamış ve aşağılamıştır. İvanoviç soyluluğunu savunarak zulmedilme, öfke ve hınç duygularıyla içten içe taşkınlaşmıştır. Ancak memurluktan terfi edecek olanağa sahip olmadığının da farkındadır İvanoviç.
Fenomenolojik Yorum:
İvanoviç’in değersizlik duygusu, çevresinde olup bitenlerle kabarırken, öfke ve hınç duygusu da gitgide alevlenmektedir. Değersizlik ruhsallıktaki sınır duygulardan biridir. Çünkü hepimiz akıl sağlığımızı, sevilebilir ve değerli olduğumuza duyduğumuz inançla korumaya çalışırız. Kişiliğimizin çeperinde örgütlediğimiz savunma mekanizmalarımız biricik ve değerli olduğumuza duyduğumuz inancı korumaya çalışır. Bu duygu yeterli düzeyde hasar alırsa nevrotik birisi psikoz evrenine doğru yol alabilir. İvanoviç’in, soylu olduğu yönündeki grandiyözitesi, psikoza girmemek için fark etmeden sarıldığı bir açıklama gibi görünmektedir. Grandiyözitesini kendinden düşük rütbeli kişileri aşağılayıp, üstünleri ise idealize ederek temellendirmektedir. Psikoza girerse bu savununun artık belirgin ve gürültülü bir hezeyana dönüşmesi çok muhtemeldir.
IV. Meci’nin Mektupları
Tiyatroya giden ve gitmeyi de çok seven İvanoviç dairedeki işinde gittikçe dikkatsizleşmektedir. Zihnine sık sık müdürün kızı gelmektedir ancak kendisini durdurmaya çalışır. Görmek umuduyla birkaç kez kızın evinin önüne de gitmiştir. Meci’yi sahibiyle ilgili bilgi vermesi için sorguya çekmiş ve başarılı olamamıştır. Çözümü Fidel’in evine gidip Meci’nin Fidel’e yazdığı o mektupları ele geçirmekte bulur. Fidel’in yaşadığı eve gider ve evdeki bir sepetin içinde bazı kağıtlar bulur ve bu kağıtları Meci’nin yazdığı mektuplar zanneder.
13 Kasım’da evinde mektupları okuyan İvanoviç, Meci’nin, isminin Sofi olan sahibi ve babası genel müdür tarafından çok sevildiğini ve Meci’nin günlük hayatına dair pek çok öğrenir. Meci’nin pencereden bakarken izlediği diğer köpekleri anlattığı bölümle iyice hayal kırıklığı hisseder İvanoviç çünkü bu mektuplarda Sofi ve babasının hayatına dair, okudukça ruhunu besleyecek bazı detayların olduğunu zannetmiştir. İvanoviç Sofi’nin eve gelen hassa subayından çok etkilendiğini okuduktan sonra kendisine dair bazı detaylarla karşılaşır. Meci mektupta Sofi’nin İvanoviç’i görünce gülesinin geldiğini, yararsız işler yapan, saçları kuru ot gibi görünen tuhaf ve basit bir uşak olduğunu yazmıştır. Daha sonra hassa subayına aşık olan Sofi’nin yakında evlenebileceğini okuyan İvanoviç artık dayanamaz ve mektubu büyük bir öfkeyle yırtar.
Fenomenolojik Yorum:
İvanoviç’in bulduğu kağıt parçalarını Meci’nin yazdığı mektuplar zannetmesi hezeyanının derinleştiğini göstermektedir. Bu mektuplarda Sofi’nin ve genel müdürün onu sevdiğine dair birtakım işaretler aramaktadır sanki. Sevgiden çok aşağılanmayla karşılaşır. Oysa sevgi istemektedir: “Ah, insan istiyorum ben! İnsan görmek istiyorum karşımda! Ruhumu besleyecek ve ona haz verecek gıda istiyorum!” İvanoviç elbette büyük ihtimalle gerçeklerle alakası olmayan tüm bu referans düşüncelerini, hezeyanlı evreninde üretmiştir. Benliği derin bir değersizlik kuyusuna düşmüştür ve tüm yaşamı bu duygu içerisinden okumaktadır.
V. İvanoviç’in Ansızın Krallığa Terfi Etmesi
3 Aralık’ta hezeyanlarına gittikçe gömülen İvanoviç, Sofi’nin subayla evleneceğini düşünerek derbeder olmuştur. Benliği sanki ikiye bölünmüştür. Bir bölümü kalem memuru olduğunu bilmekte, diğer yönü ise bir kont veya general olabileceğinden şüphelenmektedir. Şiddetli bir şekilde kalem memuru oluşunun nedenlerini sorgulamaktadır.
5 Aralık’ta İvanoviç gazeteden İspanya’da tahtın ilga edildiğini, yerine gelecek kral konusunda kararsızlıkların süregittiğini okur. Bu olayı tuhaf bulur ve kralın bir yerlerde gizlendiğini düşünür. Bu konuyu düşünmeye o denli dalar ki işe gidemez olur, dalgınlaşır ve içe çekilir.
İvanoviç günlüğüne o günün tarihini tuhaf bir ibareyle düşer: “Yıl 2000, Nisan’ın 43’ü” İspanya kralının bulunduğunu, kralın bizzat kendisi olduğunu belirtir. Bugüne kadar kendisini kalem müdürü zannetmesine anlam veremez çünkü kesinlikle kalem müdürü değildir. Şimdi sis dağılmıştır ve her şeyi net olarak görebilmektedir. Ayrıca beynin kafada yer almadığını Hazar Denizi tarafından geldiğini söyler. O gün ve sonrasındaki üç hafta daireye gitmez. Çünkü artık kraldır. Günlüğüne “Martaralık ayın 86’sı” tarihini düştüğü gün İvanoviç daireye krallığını ilan etmeye ve tebaasının bağlılık yeminini almaya gider. Artık genel müdüre duyduğu saygıyı hissetmez çünkü 8. Ferdinand olarak onun üstündedir. Ansızın genel müdürün evine gider ve orada kadınlar, şeytan ve ikbalperestlik üzerine hezeyanlı düşüncelere dalar. İkbalperestler her değeri hiçe sayabilen kişilerdir. İkbalperestliğin tohumunun dilin altında bir kabarcıktan yayıldığını ve bunu başlatan kişinin de Gorohovalı bir berber-tabib olduğunu düşünür.
Fenomenolojik Yorum:
Ivanoviç’in günlüğüne düştüğü tarihlerin tuhaflaşması zaman algısının başkalaştığını göstermektedir. 2000 yılında olduğunu düşünmesi veya “Martaralık” şeklinde iki ayı birleştirmesi içsel zamanının uzlaşılmış gerçeklik zamanından koptuğunun kanıtıdır. Psikozda zaman ve mekan yani oryantasyon becerileri uzlaşılmış gerçekliğin yörüngesinden kopar ve kendi yörüngesini yaratır.
Hezeyanları artan İvanoviç’in azalan iç görüsünün İspanya kralı olduğunu sanmasıyla tamamen sonlandığı söylenebilir. Sofi’nin üst rütbeden biriyle evleneceğini düşünerek hissettiği yetersizlik, değersizlik ve çaresizlik duygusu benliğinde bir kırılma yaratmıştır ve bu sebeple grandiyözitesi şiddetlenmiş, kendisini kral ilan etmiştir. Zayıf sınırlı benlikler değersizlik duygularını kaçınılmaz olarak o duygunun kutbuna kaçarak yani aşırı değerli görülecekleri bazı rol ve imajlara sığınırlar: peygamber, kral, mesih, vb. Daha önce kral olduğu gerçeğini neden göremediğini merak eden İvanoviç, bu durumu beynin Hazar Denizi tarafından bir rüzgarla geldiğini iddia ederek açıklamaya çalışırken abuklar, alakasız çağrışımsal bağlantılar kurar. Bu hezeyanlı bağlantıları, ikbalperestliğin bedendeki kaynağını ve kimin başlattığını keşfettiği anda da kurmaya devam eder.
Hezeyanlı düşüncelerle abuklayan benliğin yaşantılarına saygı duyan bir fenomenolojik bakış geliştirmek oldukça mühimdir. Hatta sadece fenomenolojik bakışın buradaki öznel yaşantıya saygı duyduğu söylenebilir. Mantığa aykırı, hezeyanlı bağlantılar çoğu zaman küçümsenir ancak bu bağlantılarda da öznel yaşantılar mevcuttur. Abuklama anında öncelikle kişinin belleği ve düşünce bağlantıları aktif haldedir. İvanoviç sözgelimi Hazar Denizi’ni hatırlar. Ancak bu çağrışımını, ortak gerçeklik düzeyinde, mevcut durumuyla bağlamaya hizmet edecek şekilde kullanamaz. Bağlantısını muhtemelen sadece kendisi anlamaktadır. Bağlantı çok derindedir. Şu cümleleri biraz daha dikkatli okumaya çalışalım, belki İvanoviç’i empatik bir dinlemeyle anlamaya yaklaşırız:
“Daha önce anlayamıyordum. Bir sis perdesi ardında gibiydi her şey. Bu da sanırım, insanların beynin kafada olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Kesinlikle doğru değil bu: Rüzgarla Hazar Denizi taraflarından gelir beyin.”
İvanoviç, insanların akıl denen şeyi kafada lokalize olan beyne yükleyerek hata yaptıklarını söylemeye çalışıyor olabilir mi? Beyin Hazar Denizi tarafından rüzgarla geliyordur oysa. Yani kafada çok güvenilir bir yerde değildir; gelişi ve gidişi oldukça kırılgan ve geçici bir şeye yani rüzgara bağlıdır. İvanoviç’in ağzından Gogol, akıl sağlığının zannedildiği kadar sağlam temellere sahip olmadığını, herkesin delilik potansiyeline sahip olduğunu söylemeye çalışıyor olabilir mi?
Hezeyan ve abuklama, aslında şairlerin de yararlandığı bir zihinselliktir. Tabi ki şair psikotik değildir ancak psikotik zihnin olanaklarından, gevşemiş çağrışımsal bağlantılardan istifade eder. İsmet Özel’in Yıldızların Uzaklığına Övgü isimli şiirindeki gibi örneğin:
“Kargaşa. Anılacak günlerim olmadı mı benim? Ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği, silahıma yapışıp sabahın serinliğini beklediğim, kuzey gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı mı? Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim! Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni. O karanlık ormanı yangına vurun. Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum. Ama iyi biliyorum yıldızları, ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak günlerimin gitgide yok olduğunu biliyorum.”
VI. İvanoviç İspanya’da veya Hastanede
Ortak gerçekliğin zaman algısını iyice kaybeder İvanoviç, herhangi bir aydadır ve hangi günde olduğunu bilmemektedir. Artık kral olduğunu düşünen İvanoviç kendisine saray yapmak ister ama daha önce takım elbisesinden kral giysisi dikmeye koyulur. Diktiği giysiyi hizmetçisi Mavra görünce çığlık atar. İspanya’dan tahta davet edilmek için temsilciler beklemeye başlar. Temsilciler gelmeyince huzursuz hisseder. Temsilciler sonunda gelir ve 30 Şubat’ta kendisini ansızın İspanya, Madrid’de bulur. Oysaki burası bir akıl hastanesidir. Hastabakıcıyı başbakan, Gördüğü fiziksel şiddeti, uygulanan bir şövalye geleneği olarak yorumlar. Hastanede abuklamaları derinleşir. Dünyanın ayın üzerine oturacağıyla alakalı hezeyanını temellendirmeye çalışır. Devam eden işkencevari tedavileri engizisyon cezaları olarak yorumlar ve bu işin arkasında Fransa ve İngiltere’nin olduğunu düşünür. Kral olarak bu işin içine nasıl düştüğünü anlayamaz.
Kafasına buzlu sular akıtılan İvanoviç’in gücü epeyce azalır. Artık bedeninin acılarına odaklanmıştır ve sadece buradan kurtulmak istiyordur. Çaresizce annesine sığınır.
Fenomenolojik Yorum:
Kendisine kral kıyafetleri dikip giydikten sonra İvanoviç belli ki hastaneye kaldırılır. Ancak burayı İspanya olarak deneyimler. Zaman oryantasyonundan sonra mekan oryantasyonu da bozulmuştur. İvanoviç, dayak yiyen Don Kişot’un algısına çok benzer biçimde yediği dayağı bir şövalye geleneği olarak algılar. Çünkü hala kendisini kendisi olarak değil kral olarak deneyimliyordur.
Benliğimizle ilişkimiz doğrusal değildir öyleyse. Kendimizi korumak adına, özellikle psikozda benlik algısı tümüyle farklılaşabilecek bir niteliğe sahiptir. Nevrozda da kişi benliğini değersiz ve yetersiz bulduğunda kendinden başkasına kaçabilir. Sözgelimi birisiyle özdeşleşir, ona özenir ve kendisi olmaktan kaçar; başkasını yaşar. Ancak bu özdeşleşmenin farkındadır, çatışmasını ve paradoksunu yaşar. Psikozda ise çatışma yoktur. Kişi bizatihi o kişidir ve tüm algıları da artık o kişi olmaklık üzerinden yapılanır.
İvanoviç’in bedensel acısı arttıkça ruhsal olarak daha da geriler; çaresizliğiyle annesine sığınır, onun oğlu olduğunu hatırlar. Şu cümlesi oldukça vurucudur: “Ona bu dünyada yer yok!” Psikotik yaşantılara sahip benlikler farklı bir gerçeklik algısını deneyimledikleri için ortak gerçeklikten kovulurlar. Ona ulaşamayanlar onlara tahammül edemez. Psikotik yaşantı sahibi benlik bu sebeple kendisini bir fazlalık, bir hata olarak algılar.
Uzman Psikolog Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder