Öldürmeyeceksin: Şiddete Psikanalitik Bir Bakış
Allah'ın saygıya layık kıldığı cana kıymayın. (Kur'an 17 İsra 33)
Ben kötüyüm, çünkü bir zavallıyım. Sen, yaratıcım, beni paramparça edip zafer kazanabilirsin.
Mary Shelly, Frankestein
Sözün Yitimi
Şiddet üzerine çok şey söylendi, çok şey de söyleneceğe benziyor. Söylenenlerin üzerine bir şeyler daha eklemenin, gündelik şiddetin yoğunluğunu hiç de azaltmayacağını düşünüyorum. Şiddet ve onun başlatıcısı olarak görülebilecek olan öfke duygusu en başta dile ait bir şey değildir çünkü. Şiddet olgusuna ister psikolojik ister sosyolojik isterse de diğer birçok disiplinle bakılsın; yaşanan şiddet olaylarını kavramsal çözümlemeden geçirmekten başka bir şey yapmamış olacağız en nihayetinde. Bu konuda, insana ait durumların matematiksel önermelere açık olmadığını hatırlatmanın haricinde başka bir temellendirmeye ihtiyaç duymayacağımı söylemeliyim. O zaman: Şiddet vardır. Hep vardı. Ve hep de olacak.
Yasa ve İnsan
Sigmund Freud, Totem ve Tabu (1913) isimli metninin sonlarına doğru şöyle bir saptama yapar: “Başlangıçta eylem vardı.” Tüm erkekleri kabileden süren ve kabilenin kadınlarına sahip olan tek erk sahibi olan Baba, sürdüğü oğullar tarafından öldürülür. İşte şimdi bir eylem ortaya konmuştur. İradesi sınırsız olan arkaik babanın mutlak hakimiyetine bir sınır getirilmiş ve yasa mefhumu meydana getirilmiştir. Yasa, burada Dostoyevski’nin mevcut olmadığında her şeyin mübah hale geleceği Tanrı’sı olsa gerektir: Keyfiyeti men eden ve sınırsızı kısıtlayan mevcut, çok soyut şey. Eylemin yerine geçen düşünce, ilkel ile uygar olanı birbirinden ayırır. Eylemin dinamiğinde yatan ölüm itkisi, yaşam itkisi tarafından sınırlandırılır. Böylece kişi Öteki’ni öldürmez ama sözleriyle yaralar hale gelir.
Öznenin Tahammülsüzlüğü
Freud’un bu savı hala gerçekliğini koruyor mu bilmiyorum ama görmekte hiç zorlanmadığım şey, meydanlarda göz göre göre parçalanan bedenler ve insanın hem eylemsel hem de pasif bir şekilde türdeşini gözünü kırpmadan yaralayabileceği gerçeği. Bu gerçek belki her zaman vardı, evet. İnsan insanı hep öldürdü. Ancak şimdi fazlalık olan, elini ilk kana bulayan Kabil’deki vicdan azabının kitlesel yokluğu. Freud, 1915’te kaleme aldığı Bastırma (1915) isimli metninde, ''Kaybolan duyumsama, toplumsal kaygı ve vicdan kaygısı, sınırsız suçlamalar kılığında geri döner.'' der. Vicdani gelişimini tamamlayamamış kişilerin en çok başvurduğu savunma mekanizmasıdır, suçlama ve şiddet. Karşıdakini yok etme eylemi, iktidarsızlığı ile yüzleşemeyen öznenin tek çaresidir. Duyumsamanın kaybolması, iktidarsızlığı daha da besler. İktidarsızlık beslendikçe, önce öznenin kendine, daha sonra da muhalif düşüncelere / kişilere tahammülü azalır. Varlığını sürdürmek isteyen ilkel bir canlı refleksi sergiler ve varlığını sürdürme adına Öteki’nden feragat eder. Bu düzeydeki bir özne için aslında bir Öteki dahi yoktur. Diğerini, Öteki’ni görebilmek için, odağını kendi üzerinden kaldıramaz. Bu devam ettikçe de Öteki değersizleşir gözünde, hem de ondan hiçbir varlık izi kalmayıncaya dek.
Yitik Öteki
Jacques Lacan, kapitalist söylemi bir sapkınlık olarak ele alır. Kapitalist söylemde hakikat, fail, bilgi ve üretim birbirlerinden farklılaşmazlar. Özne, tek geçer faildir. Yasa, sınırlandırıcı etkisini kaybetmiştir. Herkese göre değişen bir yasa mevcuttur şimdi. Özne, eksikli olduğunu kabul etmez. Özne bir tamamlanma histerisi içerisinde debelenirken, Öteki’nin söylemini sakatlar. Özne ve Öteki arasındaki dokunun yara alması bir kopuşu değil, çatışmayı beraberinde getirecektir. Eksikli özne, Öteki’nin yokluğunda sesini duyurabilmek adına ya kendini ya da Öteki olarak kabul ettiği figürleri yok etmeye girişir. Muhtemel patolojik neticeler: intiharlar, cinnet halleri, melankoliler, sınır durumlar ve şiddet. Freud’un mezkur metninde, düşünce ile bastırılan ölüm itkisi sınırlandırılmaz kapitalist söylemde; simgeleştirilmeden dışarıya fırlatılır.
Failin Meçhullüğü/Ertelenmiş Yas
Kapitalist söylemde “mutlak gerçek” diye de bir şey kalmamıştır. Her özne kendi gerçeğini kendi işlemekte ve vicdan, sızlayan bir iç yasa olmaktan azat olmaktadır. Kapitalist söylem, özneyi anti-sosyalleştirmektedir böylece. İnsan ilişkileri bir hak ya da doyum nesnesi olarak algılanmaya başlar başlamaz, özne çareyi yıkımda bulacaktır. Çözümün alternatif seçenekleri önemini yitirecektir. Söylemde referans noktası bulamayan özneler, Charles Melman’ın ifadesiyle iradi faşizmi çağıracaklar ve bombalar, kurşunlar, bedenlerin içini dışına çıkarırken, geride kalan zihinlere, ruhlara da tecavüz edecektir. Devlet ve siyaset, bilindik kınama rutinlerini yerine getirecek, failler ise her zaman olduğu gibi hep meçhul kalacaktır. Öteki’nin meçhullüğü, failin meçhullüğünü gerektirecektir sanki. Failin meçhul kalması ise doğru düzgün tutulacak bir yası imkansız hale getirecektir. Yas tamamlanamazsa, ertelenecek, bu da kin, hınç gibi duyguların oluşumuna kapı aralayacaktır.
Zihnin Zehri: Hınç
Ressentiment (hınç) kavramını, yüzyılın büyük delisi Nietzsche’nin Hıristiyanlık ile girdiği polemiğin felsefi-ahlaki temellendirmesine borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Nietzsche bu kavramı Ahlakın Soy Kütüğü’nde “ressentiment” olarak Fransızcasıyla zikreder. Çünkü Almanca’da Groll kelimesi Nietzsche’nin kastettiği ‘ressentiment’ kavramını karşılamamaktadır. Max Scheler ise Nietzshce’nin bu görüşlerine bir reddiye sadedinde yazdığı ‘Ressentiment’ kitabıyla bu kavramın psiko-sosyolojik cihetten daha kapsamlı bir çözümlemesini sunmuştur.
Nitekim Max Scheler ressentiment’i “zihnin kendi kendini zehirlemesi” olarak açıklar. İntikam duygusu ressentiment’in oluşumunda en temel koşuldur. İntikam, öncesinde mutlaka bir incinmişlik ve gadre uğramışlık barındırır. Hınç sadece bir duygu değildir; çünkü özünde “kısasa kısas” düşüncesini barındırır. Mağdur etmek, öncesinde mağdur olmaktan geçer bu sebepten. Ve bu, mağruriyeti de beraberinde getirir ki böylece özne, kendi mağduriyetini perdeleyiverir. Kendi acısının yoğunluğundan başka acılara açamaz kendini. Dünyayı kendi acısından ibaret zanneder.
Son Yerine
Ertelenmiş yası ve hıncıyla yaşamak zorunda olan biri için yaşam çok da kolay olmasa gerek. Şiddetin temelinde vicdanı hissizleştirebilen bu iki manipülatör duygu yatmaktadır. Öteki’yi yok etmekte bir beis görmeyen kişiler yaratmada çok kesin bir yoldur bu.
Dr. Psikolog Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder