Elias Canetti: Teklik Bilinci ve Ötekini Uzaklaştırmak
![]() |
Korkunç İvan, Sergey Ayzenştayn, 1944 |
Bu boyutlarda bir olayın Hindistan'da, 14. yüzyılda gerçekleştiğini bilmekteyiz. Olay, taşıdığı yabancı havaya karşın o denli çağdaş izlenimini bırakmaktadır ki, kısaca anlatmadan geçemeyeceğim. Zamanının en güçlü ve en iktidar tutkunu hükümdarı olan Delhi Sultanı Muhammed Tuğlak, sürekli olarak geceleri kabul salonunun duvarları üzerinden atılan mektuplar bulur. Bu mektupların tam içeriği bilinmemekte, ancak sövme ve hakaretlerle dolu olduğu söylenmektedir. Bunun üzerine sultan, o zaman dünyanın en büyük kentlerinden biri olan Delhi'de taş üstünde taş bırakmamaya karar verir. Koyu bir Müslüman olarak adalete çok önem verdiğinden, kentte yaşayanların tümünün evlerini satın alır ve onlara konutlarının değerini eksiksiz öder. Sonra onlara kendine başkent yapmak istediği yeni ve çok uzak bir kente, Daulatabad'a gitmeleri buyruğunu verir.
Kentte yaşayanlar buyruğu dinlemezler; bunun üzerine sultan, çığırtkanı aracılığıyla üç gün içerisinde kentte tek insan kalmaması gerektiğini ilan eder. Çoğunluk buyruğa uyarsa da, birkaç kişi evlerinde saklanırlar. Sultan kenti taratıp, kalanları arattırır. Köleleri, sokakta biri topal, biri de kör iki adam bulurlar ve sultanın önüne çıkarırlar. Sultan topalın bir mancınığa konup fırlatılması, körün de Delhi'den Daulatabad'a yerde sürüklenerek götürülmesi buyruğunu verir; o çağda bu iki kent arasındaki yolculuk 40 gün sürmektedir. Kör adamın yol boyunca her parçası bir yerde kalır ve sonunda Daulatabad'a yalnızca bir bacağı varır. Bu olay üzerine herkes varını yoğunu bırakıp Delhi'den kaçar ve kent bomboş kalır. Yıkım o boyutlardadır ki, kentin yapılarında, saraylarında ya da yörekentlerinde bir kedi, bir köpek bile kalmaz. Bir gece sarayının damına çıkan sultan, hiçbir ateşin, dumanın ve ışığın görülmediği Delhi'ye baktıktan sonra, şöyle der: "Şimdi artık içim rahat ve öfkem yatıştı."
Sonradan sultanın kenti yeniden canlandırmak için başka kentlerde yaşayanlara yazılı haber gönderip, Delhi'ye gelmeleri buyruğunu verdiği bir gerçektir; öte yandan bu çağrıya çok az kişinin uyduğu ve ölçülmesi olanaksız büyüklüğü ile Delhi'nin uzun süre nerdeyse boş kaldığı da bir gerçektir. Ama önemli olan an, sultanın geceleyin sarayının damından boş kente baktığı ve tekliğinin bilincine vardığı andır; kentte yaşayanların tümü, köpeklerle kediler bile, 40 günlük uzaklıktadır, ne ateş, ne duman, ne de ışık vardır ve sultan yapayalnızdır: "Şimdi artık içim rahat."
Sultanın içi rahattır, çünkü gözünün görebildiği yerde kendisine karşı çıkabilecek tek insan yoktur. Ayrıca Sultan, kendisini bütün insanların ardından hayatta kalmış gibi hissetmektedir; bu noktada başkentinin halkı, tüm insanlığın temsilcisi durumundadır. Bu teklik anı, geçici olmuştur hiç kuşkusuz; ama bu anın yaradılışında gösterilen kararlılık, harcanan olağanüstü çabalar, o anı yaşamanın beraberinde getirdiği sonuçlar -yani zengin ve görkemli bir başkentin yıllar boyu çöle dönmesi-, akıllı ve adil oluşundan ötürü övülen, ne yaptığını bilen, çalışkan ve gerçekçi bir hükümdarın, kendi başkentine karşı sanki en kötü düşmanının başkentiymiş gibi davranmayı göze alabilmiş olması gerçeği -bütün bunlar, bu tek insan olma içgüdüsünün her fırsatta ciddiye alınması ve nedenlerine inilmesi gereken bir olgu, gerçek bir güç niteliğini taşıdığını göstermektedir.
Alıntılanan Kaynak: Elias Canetti, Sözcüklerin Bilinci [Güç ve Hayatta Kalmak], Payel Yayınları
Derleyen: Dr. Gökhan Özcan
Yorumlar
Yorum Gönder